3 Ocak 2016 Pazar

4. BÖLÜM - 4/41






Kitabımızı, sevgili dostum güzel insan Aydın Kaynarca bey Görme engelli kardeşlerimiz ve okumayı sevmeyenler için, sesli kitap haline getirdi, kendisine çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Dilerseniz otomatik çalan müziği durdurun, Videoyu çalıştırın, isterseniz hem okuyup hem dinleyebilirsiniz...

Aşağıdaki bölümün seslendirmesi:

https://www.youtube.com/watch?v=GRa5CJE5P_w



 



Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

4. Bölüm, Giriş kısmına aittir ve Giriş kısmı 13 bölümden oluşmaktadır. (1-13)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

4. BÖLÜM - 4/41.

4-a) Babam askerde.

4-b) Buruk acı

4-c) Bir cenaze daha ve düğün ve ben doğdum..

4-d) Herkesin Anne, Baba, Dede ve Babannesi özeldir

4-e) Adam gibi adam: Babam..

4-f) Dürüstlük abidesi babacığım..

4-g) Huzurlu bir çalışma ortamı

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 
 


 

Yıllar hızla geçmiştir.  Yıl 1968 ... Çanakkale'de yiğitce savaşıp vatana tek gözünü hediye eden İsa dedem, Topal Ebe’yi yalnız bırakalı yedi sene olmuştur. 

 

İsa dedem gibi yiğit bir anadolu köylü çocuğu olan babam (İsa Çelik) askere gitmiştir. Artık evlenme çağı da gelmiştir. O askerdeyken aile meclisi toplanmış.

 

Ailenin büyüğü Topal ninenin önerisiyle, yetim ve öksüz torunu, saf köylü güzeli Nuriye’yi (annem) İsa’ya uygun görmüşler. Tek sorun ise kız ve oğlanın birbirini görmesi ve beğenmesiymiş.

 

Topal ninenin -kimbilir ne zamandır- kalça çıkığı varmış. Yalpalayarak yürüdüğü için köydeki lakabı Topal ebe imiş.  İsa, askerden izine gelince kendisine şoförlük yapmasını istemiş ve :

 

- “ Ese’m Torunum (köyde İsa yerine Ese derlermiş), ben artık epey yaşlandım. Beni ölmezden evvel tüm akrabalarımızı gezdir, helallik alayım oğul ”  demiş.

 

Annemin köyüne geldiklerinde, onyedi yaşındaki annem bostanda çapa yapıyormuş. Topal ebenin geldiğini duyan annem  “Anneciğim gelmiş” diye koşa koşa eve gelmiş.

 

Çünkü annesini hiç görmeyen annem, anne şevkatini Topal ninede bulmuş. Küçükken Topal ninenin koynunda çok yatmış.

 

Evin önüne geldiğinde, avluda babamla bir süre bakışmışlar. O an Topal nine gülümsemiş ve içinden “olacak galiba bu iş” diye sevinmiş.

 


Aldın aklım bir bakışta

Yaktın yüreğim ateşte

Al hançeri sinem işte

Acımazsan vur sevdiğim

Sevdiğim başımın tacı

Merhamet et bana acı

Sendedir derdim ilacı

Himmet eyle ver sevdiğim.

 

Neşet Ertaş

 

 


 

Nişanlanmışlar. Babam, içinde bir sevinçle tekrar askere dönmüş. Yaşayacağı acıdan habersiz... Henüz bir işi de yokmuş ama nasılsa rızkı veren Allah değil miydi?

 

Babamın Malatya’da tezkeresine bir gün kala, köyünde bir kaza ile onbeş yaşındaki kardeşi Celȃl (amcam) vefat etmiş.

 

O gün babamın hemşehrisi bir asker arkadaşı izinden dönmüş. Acı haberi duymuş ama söyleyememiş. Çünkü babam ertesi gün tezkeresini alacakmış.

 

Akşam bütün arkadaşları veda bahanesiyle kantinde toplanmışlar, hepberaber sohbet edip çay içmişler.

 

Bütün arkadaşlarının aslında haberi varmış ama söyleyememişler. Hatta kaç kardeşsiniz falan diye soruyorlarmış ama babam tezkere sevinciyle olayın farkına varamamış.

 

Ertesi gün başka bir hemşehrisi ile aynı saatte tezkere alacaklarmış. Durumu öğrenen komutanı hemşehrisi o askere: “ İsa'yı evine kadar yalnız bırakma oğlum” demiş.

 

1970 yılında babam ve arkadaşı Malatya’dan memleketimiz Ereğli’ye dönerler.  Otogardan evlerine gitmek için bir faytona binmişler.

 

Arkadaşı yolda bende size gelmek istiyorum diye üstelemiş. Babam anlam verememiş, ama olur demiş.

 

Eve yaklaşırlarken yol boyu hep tanıdıklara rastlarlar. Babam hayırdır nereye gidiyorsunuz diye sorunca amcası: “Oğlum size gidiyoruz, askerden döndün ya... “

 

Eve geldiklerinde ise, toplanan kalabalığın kendisini karşılamaya geldiğini sanacak kadar temiz kalplidir babacığım.

 

Eve girdiğinde bakıyor ki, herkes hüzünlü. Annesine koşuyor bakıyor, o ağlıyor.

 

Babam bir ölüm olabileceğini düşünüyor. Ağlamaya başlıyor. Acaba Topal ebe mi ölmüştü?

 

Odalar arası koşturuyor. Topal ebeyi gözyaşlarını başörtüsüne silirken görüyor.

 

Söyleyin ne oldu, kim, kim derken bir komşu teyze: 

 

“Ese’m Celȃl’i kaybettik” dediği anda dizlerinin dermanı gidiyor. Celaliiiiimm diye ağlayarak yere düşüyor...

 

Yürek dayanmaz bu acıya.

 
Babannem (1926 - 1981)
Celal amcam (1955 - 1970) ve Mahmut amcam (1953 -)

 


 

Babamgil vefat nedeniyle bir sene nişanlı kalırlar. Tam ölümde düğünde insan için derlerken yeni bir vefat olur. 1971 de Topal ebe torunu Celȃl’ine ve eşi Ese'sine kavuşur.

 

Şimdi köydeki mezarlıkta Topal Meryem nine ve İsa dedem Celȃl’i aralarına almış, üçü yanyana yatmaktadır.

 

Nihayet 1972 yılında babam ve annem köy düğünüyle evlenirler. O sıralarda hem aile maddi bunalımdaymış. Hem de babam hala işsizmiş. Bu esnada annem ise bana hamiledir.

 

Ve 1973 yılının sıcak bir yaz günü ben dünyaya gelmişim. Aynı evde oturduğumuzdan babannemin aşırı sevgisiyle büyüdüm.

 


Sanırım ölen oğlunun adı olmam sebebiyle bana çok düşkündü.

 

Dünyada şu an yaklaşık yedi milyar insan yaşıyor. Bu insanların hiçbiri dünyaya hangi ana-babadan ve hangi ülkede geleceğini seçmediler. 

 

Derisinin ve gözünün rengini ve de boyunun uzunluğunu seçmediler. Bunlar külli irade yani Allah’ın bize takdir ettiği kaderimizin parçalarıdır. 

 

Alllah beni, Afrika’da bir yamyam kabilesinde, Hindistan’da öküze tapan bir babanın oğlu veya Çin’de bir heykel puta tapan bir babanın oğlu olarak ta dünyaya gönderebilirdi.

 

Allah’a binlerce şükür, bu ülkede yaşayan milyonlar gibi hayata 1-0 önde başladım. Allah aratmadı. Ben 1973 yılında Konya-Ereğli’de müslüman bir toplumda dünyaya gelmişim.

 

Ailenin ilk çocuğuyum. Bir erkek ve bir de kız kardeşim vardır. Üç kardeşiz.

 

Babam o yıllarda işsizmiş. Benim doğduğum günü anlatırken hala mahcubiyet duyuyor. Hastanede hemşire doğumdan çıkıp babama geliyor.

 

Oğlu olduğunun müjdesini verdiğini anlatırken durgunlaşıyor.

 

“Cebimde hiç param yoktu. Oysa bir bahşiş vermeyi çok istemiştim” diyor. Ailenin fakirlik döneminde doğmuşum.

 

Evlendikten sonra babannem ölene kadar Ereğli’de dedemlerin evinde yaşamışlar.

 

Ben o yılları az hatırlıyorum.

 

Annem o günleri anlatırken şöyle dedi.

 

“Senin altına bağlayacak bez bulamazdım. Baban o sıralar işsizdi. Çarşafları keserek bez yapmıştım.”

 

Kitabı okurken hala merak ediyorsunuz biliyorum. O kızla ne zaman karşılaştınız. Aşk kısmına gelsen artık dediniz. Acele etmeyelim, …

 

Hayatımızda işe yarayacak güzel bilgiler var. Sabırla okumaya devam edelim inşallah…  Aslında bu kitap özetin özetidir.

 

 


 

Canım annem Nuriye Çelik. Annem annesini hiç görmemiş. Anneannem, annem altı aylıkken bir hastalıktan ölmüş. Aslında yukarıda anlattığım gibi anneannem de yetim büyümüş.

 

Anneannemin babası Halil dedem Çanakkale savaşında şehit olmuş. Yani anneannem ile annemin kaderi aynı bir bakıma...

 

Canım annem bebekken ve üç yaşındaki kardeşi Bekir’e (dayım) üvey annesi bakmış. Daha sonra yeni evlenen Nevzat abisinin (Rahmetli dayım) yanında büyümüşler.

 

Annemi, abisi gelin etmiş. Annemin babası olan dedem de, annem ilkokuldayken ölmüş. Yani canım anneciğim hem öksüz, hem yetim büyümüş.

 


Canım babacım İsa Çelik. Yukarıda babamın askerliğini Malatya’da yaptığından bahsetmiştim. Şimdi biraz babamdan bahsetmek istiyorum.

 

Çok zeki olmasına rağmen babamı ilkokuldan sonra okutmamışlar. Babamın dedesi İsa dedem hastalanmış. Ortaokula yeni başlayan babamı okuldan aldırmış.

 

Köyde yetişen gazi İsa dedeme göre, sadece babamın abisinin (rahmetli Fahri amcam) okuması yeterliymiş.

 

Çünkü hastalandığı için babamın köydeki mallara ve hayvanlara bakmasını istiyormuş.

 

Nitekim İsa dedem bu hastalıktan kurtulamamış, vefat etmiş. (1961) Kimbilir belki de babam okusaydı, ki çok zekiymiş, iyi bir üniversite bitirebilirdi.

 

 


 

Babam çok kültürlü biridir. Çok gazete okur, TV’de tartışma programlarını izler; her konuda bilgilidir ve özel fikirleri vardır.

 

Hatta üniversite mezunu pek çok tanıdığımız bilgisayar kullanmayı bilmiyor. Babam internette araştırma bile yapıyor. Torunları ile Skype’de görüşmeler yapıyor. 

 

İlim ilim bilmektir  ,  ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen  ,  Bu nice okumaktır.   (Yunus Emre)

 

Sadece okul bitirmek ne yazık ki yeterli olmuyor. Önemli olan kendini yetiştirerek gerçek kamil bir insan olabilmektir.  Bu ise sadece okulla kazanılacak şey olmasa gerek.

 

Tam da bu noktada Atatürk'ün bir sözünü hatırladım :

 

“Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir.  Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”

K. ATATÜRK

 

Fatih Kısaparmak’ın şarkısı bana hep babamı düşündürür; Benim babam mert adamdır. Mangal gibi yüreği, yufka gibi kalbi vardır. Fedakardır. Hayatım boyunca hep ona özendim.

 

Evet babam biraz çabuk öfkelenir ama yufka gibi kalbi vardır.

 

Bazen küçükken onu kızdıracak bişey yapsam beni döverdi ama sonra gece yanıma yatar, sarılır, öper, oğlum affet derdi.

 

Ağlayarak ona sarılır ve beraber uyurduk.

 

Aslında kalbi o kadar merhametli ki, tanıdığı, tanımadığı herkese iyilik yapmak için koşturur. Sanırım benim herkese iyilik yapma yönüm babama çekmiş.

 

Ki o da babasından almış. Dedem de babası Gazi İsa dedeme çekmiş diyor babam...

 

Yani bize bu tohum Çanakkale’de atılmış.

 

 


 

Babam çok küçük yaşlarından beri, yani ilkokulu bitirdiğinden bu zamana hep çalışmış. Daha doğrusu hala çalışıyor. Engelli oğluna bakıyor.

 

Dedem birçok defalar maddi bunalım geçirmiş. Babam ailenin çalışan tek bireyi olarak, ve ailesine çok düşkün olduğu için kazancını tümüyle babası ve kardeşlerine verirmiş.

 

Babam, -yukarıda bahsetmiştim- doğduğum yıl işsizmiş. Ben bir yaşındayken tır şöforlüğü işi bulmuş. Aslında karşı komşumuz Kazım Demirel’in şirketinin tırını kullanmış.

 

Evet dedemgilin bağ evinin karşısında Ereğli’nin en zengin işadamlarından Kazım Demirel’in villası vardı.

 

Annemle aynı köyden (Hüyükburun) olması sebebiyle onlarla akrabalık bağları da vardır.

 

Babacığım Tır şoförlüğü yaparken Türkiye Şeker Fabrikaları'nın Sondaj bölümüne işçi olarak işe girmiş. İşyeri Ankara’daymış.

 

Babam yıllarca Ankara Şeker fabrikasının işçi misafirhanesinde yaşamış.

 

Annem, ben ve kardeşim ise Ereğli’de dedemgilin evindeymişiz.

 

Babannem bizi göndermemiş.

 


Babam yıllar içinde, işindeki dürüstlük ve çalışkanlığıyla önce ustabaşı, daha sonra Başsondörlüğe yükseldi.

 

Babamın atölyesi evet Ankara Şeker Fabrikasının sahasının içindeydi. Fakat Sondaj bölümü aslında direk genel müdürlüğe bağlıydı.

 

Babam tam bir dürüstlük abidesidir. Ankara’da çalışırken sadece cüzi miktarı ihtiyacı için ayırıp, geri kalan tüm maaşını Ereğ’liye babasına gönderirmiş.

 

Yalan söylüyor demesinler, diye de maaş bordrosunu bile aileye gönderirmiş...  

 

 


 

Seksenlerde Ankara’da otururken, bazen babamın çalıştığı atölyeye giderdim. Babamın iş arkadaşları arasında kürt kökenli, alevi, hacı, bulgar göçmeni, Trakyalı vs. velhasıl ülkemizin her bölgesinden insanlar vardı.

 

Babamın atölyesinde öyle güzel muhabbet ortamı oluyordu ki... Herkes birbirine "usta" diye hitap ediyor ve birbirlerini seviyorlardı. Şimdiki toplumdaki sevgisizlik nedendir.

 

Herkes hanımına sırayla pasta, börek yaptırıyor ve çay muhabbetlerinde beraberce yiyorlardı. Hepsi iyi insanlardı.

 

Birisi hastalandığında ve bayramlarda hep birbirlerine ziyarete giderler ve hediyeleşirlerdi.

 

Babam ve iş arkadaşları sürekli Türkiye'mizin onlarca vilayetindeki Şeker Fabrikalarında sondaj makinesi ile su kuyusu açıyorlardı.

 

Şeker fabrikalarından talep gelmediği durumlarda ise Anadolu ve Trakya'mızın köylerinde çiftçilere Sondaj’la su kuyusu açarlardı.

 

Yani, Sekiz ay gurbetteydi. Sadece kışın makinelerin bakımı için dört ay Ankara’daydılar.

 

Kupkuru topraklarda su çıkarttıkları için pek çok dua aldığına inanıyorum. Bir keresinde şöyle demişti: “İki sene önce su çıkardığımız bir köye yolum düştü. Baktım ki etraf yemyeşil olmuş.”

 

Güzel ülkemizi ve insanımızı babam kadar iyi tanıyan yoktur. Gitmediği on vilayet kalmış. Öyle çok anısı var ki... 

 

Yirmiyedi yıl evinden, sıcak yatağından uzak, karavanlarda, çamurlar içinde hep bizim için çalıştı.

 


Beni özel okula gönderdi. Maddi imkansızlıkla kolejin lise kısmına devam edemedim.

 

(Meslek liseleri sınavına girerek elektronik bölümünü kazandım.)

 

Babam, Yıllarca ailesine baktı. Ankara’ya taşındıktan sonra da, her ay ölene kadar dedeme para gönderdi.

 

Babam çok dürüst ve iyiliksever olduğu için bence Allah'ın sevdiği kuludur.  

 

Bizim 1998 yılına kadar kendi evimiz olmadı, Hep kirada oturduk. Benim hastalığım ilerleyince Allah nasip etti, şimdiki oturduğumuz giriş kat daireyi aldık.

 

Babam her zaman benim için tevazu örneğidir. Karşısındaki insan kim olursa olsun, hep kendinden yüksek görür.

 

Babam böyle iyi biri olduğu için Allah evlatlarına güzel bir kader çiziyor.

 

Erkek kardeşim şanlı ordumuzda görevli; kızkardeşim de kutsal meslekte, yani öğretmen oldu... Ben mi? Şunu söyleyeyim.

 

Kolejde okuyup ingilizce öğrenmem boşa gitmedi... İlerde anlatacağım.

 

SONRAKİ BÖLÜM    ---              ---   ÖNCEKİ BÖLÜM
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder