3 Ocak 2016 Pazar

38. BÖLÜM - 38/41


38. BÖLÜM - 38/41

 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

38. Bölüm, Sonuç kısmına aittir ve Sonuç kısmı 11 bölümden oluşmaktadır. (31-41)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

38. BÖLÜM - 38/41.

38-a) Annesine verdiği sözü tuttu.

38-b) Dünya fani ahiret sonsuzdur

38-c) Zekat alanı değil vereni sevindirir

38-d) Eski yeşil Ereğli nasıl geri gelir?.

38-e) İyi komşu aramayın, Siz iyi komşu olun.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 

 

Kitabın başlarında, Ereğli’ye birdahaki gidişimizde bakalım annem Yasin okuyabilecek mi demiştim. Zamanı geldi. O yolculuğu bir yazıda şöyle anlatmıştım:      

 

 


 

Tekrar yaz geldi, mahallemizdeki emekliler yazlıklarına gitti. Birçok komşumuz ise yazın gidecekleri tatil merkezinden otel rezervasyonu yaptılar. Çünkü bir yıl çalıştılar, tatili hakettiler...

 

Babacım bana Ankara’daki gibi, Ereğli’de de klozet üzerine vinç sistemi kurdu. Tabi ben Ereğli’de de, Ankara’daki gibi, sadece Cuma günleri evden çıkıp Cuma namazına gidiyorum. Altı gün evde köşe yazıları yazıyorum.

 

Evet, hamdolsun biz de, yazın üç ay kalacağımız Ereğli’ye gitmek için haziran 2014’te bir sabah Ankara’dan arabamızla yola çıktık. Bu yazıda o yolculuğumuzdan bahsedeceğiz.

 

Evden çıktıktan sonra, şehir dışına çıkmak için Eryaman’dan otobana girdik. On-onbeş kilometre gitmiştik ki, pat pat, pat pat pat diye durmadan sesler gelmeye başladı. Annem, babam ve ben üzerimizden alçaktan helikopter geçiyor sandık.

 

Babam sağa çekti. Annem indi baktı, sağ arka teker patlamış. Babacım, hemen kriko falan indirdi. Tam o anda arabamızın arkasına kamyonet tarzı bir araç durmuş, bir genç inmiş.

 

Amca yardım edeyim mi, bile demeden yardıma başlamış. Babamın hiç elini değdirmeden patlak lastiği çıkarıp yedek lastiği takmış. Babamın para teklifini reddetmiş. Babamın, sen karayolları görevlisi misin sorusuna, sayılır amca, demiş ve gitmiş.

 

Ben adamı görmedim, çünkü yolculuk boyunca arka koltukta yatıyordum.  Kanaatimce o kişi Hz. Hızır AS’dır. Kimsenin olmadığı, arabaların vızır vızır geçtiği otobanda, bir dakika sonra hemen yardıma gelmesinden bu tahmini yaptım.

 

Eğer yardıma gelmeseydi, babam çok zorlanırdı, astım hastası olduğu için çok terler ve hasta olabilirdi. Babam çok iyi bir insan olduğu için, Allah Hz Hızır’ını yardıma gönderdi...

 

İnternetten araştırdım; Hızır AS hayattadır, fakat ikinci hayat mertebesindedir.

 

Gölbaşı’na gelince lastiği tamir ettirip devam ettik. Kulu’ya gelince pazartesi günleri dua listemdekilere ettiğim bir saat baklavalı duaya başladım. Dua bittiğinde Konya’ya girmiştik.

 

Konya’da Musalla mezarlığına uğradık. Annem, annesinin mezarında yasin okudu. Yazının başlığında bahsettiğim kişi, annem Nuriye Çelik’tir.

 

Kitabın başında anlatmıştık. Anneannem, annecim altı aylık bebekken Konya’daki bir hastanede ölmüştü. Sıcak ve vasıta olmadığı için köyümüze götürülememiş, Konya Musalla mezarlığına defnedilmişti. (1952)

 


Hatırlarsanız annem 61 yıl sonra annesine kavuştu, demiştik. Annem orada annesine şunu demiş:

 

“Anneciğim ben seni hiç görmedim. Sesini hiç duymadım. Ama seni çok özledim. Bazen hayat beni yorunca ‘of anam of’ diyorum. Biliyorum ki, o an sırtımı sıvazlıyorsun, çünkü rahatlıyorum. Annecim şimdi mezarında sadece 3 ihlas, 1 fatiha okudum ama sana söz veriyorum, Allah ömür verirse bir defaki gelişimde sana yasin okuyacağım...”

 

Annecim, Kasım, Aralık 2013’te Elifba kitabından Kuran öğrenmeye başladı ama anlatan birisi olmayınca fazla ilerleyemedi. Sonra bir komşumuz demiş ki, Nuriye abla birisi var, mahalledeki kadınlara Allah rızası için Kuran öğretiyor, istersen sen de gel... 

 

Annecim kursa 2014 Ocak’ta başladı. Bana kahvaltı yaptırdıktan sonra, haftaiçi üç gün, o kursa gitti. Önceleri ben de yardımcı olup okutuyordum. Sonra annem beni geçti. Fakat, ben de annemi çalıştırırken Kuran okumayı epey hızlandırdım.

 

Annem 62 yaşında azmi ve hırsıyla Kuran’ı öğrendi. Her namazdan sonra birkaç sayfa okudu. Anneme Kuran öğreten hanımefendiye altın hediye gönderdik. Kesinlikle kabul etmemiş. Gelmeden birkaç gün önce mezun oldu.

 

Komşumuz dostum Din Kültürü Öğretmeni Efkan Vural hocam anneme tam not verdi. “Nuriye hanım maşallah, bu yaşta Kuran’ı, hem de tecvidli öğrendin, hepimize örneksin” dedi.

 

Annecim Musalla mezarlığında annesine verdiği sözü tuttu. Yasin suresini okudu, dua etti... Yorucu bir yolculuğun ardından akşam Ereğli’deki evimize vardık hamdolsun...

 


Ereğli’de tatil yapacağız sanmayın. Cuma hariç altı gün yazı yazmaya devam edeceğiz. Ama Cuma günleri akülü sandalyemizle tarihi Ulu camimize gideceğiz ve memleket havası alacağız inşallah...

 

“Şu dârı dünya, meydan-ı imtihandır. Ve dar-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükafât yeri değildir.”

 

 


 

Ereğli’de ramazan Ağustos’a denk gelmişti 2013’te. Ben yazın oruç tutunca şeker çuvalı gibi oluyorum. Zaten şeker hastasıyım aynı zamanda fakat,

 

Fakat tutamadığım için fidye versekte, her perşembe zorlanarak da olsa oruç tutarak ibadet zevkinden mahrum kalmak istemedim.

 

İftar öncesi babam tekerlekli sandalyeye bindirdi, apartman avlusunda sohbet ettik. Sohbette konu oruçtan cennete geldi. Karşımdaki tanımadığım ama nazik insan:

 

Ben Kuran’da Allah’ın cennet ve cehennemi sonsuz olarak nitelendirdiğini sanmıyorum, dedi.

 

Bildiğim birkaç ayet söyledim, fakat oradaki kelimeyi ebedi olarak doğru mu tercüme etmişler sence, dedi. E-mail adresini istedim, sonra konuyu internetten araştırıp gönderdim. Şöyle:

 


Cennet ve cehennemin ebediliği konusuna gelince:

 

Evvela şunu söylemeliyiz ki, cennetin ebediliği konusunda, âlimler arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Yalnız cehennemle ilgili bazı marjinal düşünceler vardır.

 

Evet, cennet ve cehennem ebedîdir. Ancak bu ebedilik Allah'ın ebediyen onları var etmesiyle olacaktır. Bu nedenle Allah'ın ebediliğine aykırı bir durum yoktur.

 

 “HULD” kelimesi

 

“İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır… Onlar orada devamlı kalacaklardır.” (Bakara, 2/25, ayrıca bk. Bakara, 2/82).

 

“İman edip makbul ve güzel işler yapanlara gelince… onlar cennetlik olup orada ebedi kalacaklardır."(Araf, 7/42)

 

“Günah işleyip de günahın kendisini her taraftan kuşatıp kapladığı kimselere gelince onlar cehennemliktir. Hem de onlar orada devamlı / ebedî kalacaklardır.”(Bakara, 2/81).

 

“Bizim ayetlerimizi yalan sayan ve kibirlenerek onlardan yüz çevirenlere gelince, onlar cehennemliktir, hem de orada devamlı / ebedî kalacaklardır.”(Araf, 7/36).

 

Birer misal verdiğimiz ayetlerde geçen ve “devamlı / ebedî” olarak tercüme ettiğimiz “halidun” kelimesi, “HULD” kökünden gelmektedir.

 

Bu kelimenin lügat anlamı, bakî kalmak, ebedî kalmak demektir. Cennette haild olmak demek, oradan hiç çıkmadan, ebedî olarak yaşamaktır. Huld diyarı, bakî / ebedî memleket anlamına gelir. Cennetin bir ismi "Daru’l-huld"dür. Halkının orada bakî kalacağını ifade etmektedir. (bk Lisanu’l-Arab. Tehzibu’l-luga, Kitabu’l-Ayn, “HLD” maddesi.)

 

Kur’an Arapça lisanı ile indirildiğine göre, “huld” kelimesini Arapların anladığı şekilde ebedilik anlamında kullanması zorunludur. Yoksa muhataplarını aldatmak gibi -haşa yüz bin defa haşa- sözünden cayması muhal olan Allah’a isnat etmek gerekir.

 

EBED kelimesi

 

“Kim Allah’a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onun fenalıklarını, günahlarını siler ve içinde ırmaklar akan cennetlere, hem de devamlı / ebedî kalmak üzere yerleştirir.” (Teğabun, 64/9).

 

“Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir.”(Cin, 72/23).

 

Birer örnek olarak arz ettiğimiz bu ayetlerde de “Huld” sözcüğünün yanında bizzat Türkçede aynı manada kullanılan “Ebed” sözcüğü de kullanılmıştır.

 

Bu ayetler, hem cennet, hem de cehennemin daimî, bakî ve ebedî birer yurt olduklarını göstermektedir.

 

İnsanın aklına gelir, "Acaba Allah, ahiret aleminin ebedî olduğunu vurgulamak için daha ne gibi sözcükler kullanmalıydı?" Arapçada en açık, en vurgulu bu iki sözcüğü defalarca kullandığı halde, bu konuda tatmin olabilmek için daha neler bekleyebiliriz ki?

 

 

Dünya fanidir. Diyelim 1000 yıl krallar gibi saltanat sürsek; 1000 yılında doğmuş olsak şu an ömrümüz biteli onaltı yıl olmuş olurdu. (2016)

 

Dünya ahiretin yanında sıfırdır. Çünkü ahiret ebedi, sonsuzdur. Milyon sene bile sonsuz hayatın yanında sıfırdır.

 


Bir sayının sonsuza bölümü sıfırdır. Matematik ilmi söylüyor bunu.

 

 


 


Kitabın en başında Ulu camiye gittiğimde karşılaştığım engelli amcadan bahsetmiştim ve Ankara’dan Ereğli’ye gelen dostum Aydın Kaynarca beyle onu ziyaret edeceğimizi belirtmiştim.

 

Yine sırası geldi ama dilerseniz kitabın başındaki anlattıklarımı tekrar hatırlayalım:

 

“Her hafta olduğu gibi erkenden Ulu caminin avlusuna girdim. Yine minarenin gölgesine durdum, çünkü güneş yakıyordu. Hoparlörle avluya verilen vaazı dinlemeye başladım.

 

Hava sıcaktı. Yüzlerce insan tam ezan okunurken geliyor ve avluya serilen hasırlar üzerinde namaza duruyordu ve mecburen güneş tepelerinde hutbeyi dinliyorlardı.

 

Ben minarenin gölgesinde vaazı dinlerken, yanıma benim gibi akülü sandalyede yaşlı bir amca durdu. Çünkü avlu henüz boştu. Amcanın bacakları battaniye ile sarılıydı.

 

Selamünaleyküm amca hayırlı cumalar, dedim. Ve aleykümselam yeğenim, dedi.

Amca adın ne, nasıl oldu bu, kaza mı, dedim.

Evet otuz sene önce iş kazası geçirdim, uzun hikaye, dedi.

 

Geçmiş olsun, Allah şifa versin amca, dedim.

Sağol yeğenim, Allah sana da şifa versin, maşallah çok gençsin, nur yüzlüsün, dedi.

 

Vaazda infaktan, sadakadan bahsediyordu. Amcanın akülü arabası epey eskiydi ve görünümü fakirdi.

Sordum: Amca devletten engelli maaşı alıyor musun, diye.

Yok yeğenim, senin emekli maaşın var diye vermiyorlar, dedi.

 

Emekli maaşın yetiyor mu amca, dedim.

Yetmiyor, aslında az olsa da hanımla  bana yeter ama üç yetim olunca yetmiyor yeğenim, dedi.

 

Hayırdır amca ne yetimi, dedim.

Oğlum sekiz sene önce trafik kazasında ölünce üç yetimi kaldı.

 

Üzüldüm, başın sağolsun, peki başka gelirin var mı,nasıl geçiniyorsun amca, dedim.

Allah razı olsun Eş, dost, akraba, komşuların desteğiyle işte... Bugünümüze binlerce hamdolsun.

 

Yanında hasırda oturan 5 yada 6. sınıfa giden oğlan bize bakıyordu. Yeşil gözlü çok tatlı bir çocuktu. Torunun mu amca, dedim.

Evet bu en küçük torun, babası öldüğünde dört yaşındaydı.

 

Maşallah efendi bir çocuk, okuyor mu?

Okuyor altıya gidiyor, dedi.

Amca Ereğli’nin neresinde oturuyorsun, diye sordum.

Gülbahçe mahallesinde..

 

Öyle mi, Bende aynı mahalledeyim, Gülbahçenin neresindesiniz amca, dedim.

… okulunun olduğu sokakta, dedi.

 

Amca, eğer evinizin önü müsaitse söz vermiyorum ama inşallah birgün çayını içmeye gelirim.

Müsait, Müsait, müstakil ev, Tabi yeğenim çok sevinirim.

 

Başımızı öne eğdik, hoparlörden gelen vaazı dinledik. Namazı kılarken amcanın oğlunu düşündüm, benimle yaşıtmış. Yeğenlerim aklıma geldi. İrem de seneye altıya gidecekti.

 

Secdeye eğilince göz ucuyla amcanın torununa baktım. Bir an onun yerine İrem’i düşündüm. Kardeşlerime bişey olsa,  yeğenlerim de annesiz ve babasız kalacaktı. Secdede ‘sübhane rabbiyel ala’ derken yağmur gibi yaşlar dökülüverdi.

 

Namaz bitiminde amcaya baktım, cebinden para çıkarmış, torununa uzatıyordu.

Hadi git şurdaki fırından üç ekmek alıp gel de eve gidelim, dedi.

 

Amca bi dakika, dedim. Bel çantamdaki cüzdandan 20 TL çıkarıp kimse farketmeden amcanın avucuna sıkıştırdım.

Amca bugünlük ekmek paranız benden olsun. Kalanı torununa ver, dedim. 

 

Yüzünü gülümseme kapladı ve içten,  Allah senden razı olsun, dedi.”

 

***

 

Ben bu olayı Ankara’daki dostum Aydın Kaynarca beye telefonla anlattım. İşyerindeki arkadaşlardan yardım mı toplasak, ne dersin dedim.

 

Celȃl kardeşim benim bir miktar zekat param var, bu sene daha veremedim. Yarın babanın hesabına havale edeyim, onu verirsin olur mu, dedi.

 

Kendisi de yetim büyüdüğü için yetim denilince dayanamıyor çünkü… Aydın bey madem öyle düşündünüz, şöyle bir teklif yapsam size.

 

Siz birkaç hafta sonra Ereğli’ye geleceksiniz ya, siz babama havale yapmayın. Geldiğinizde beraber o amcayı evinde ziyaret edelim.

 

Siz kendi gözünüzle görün, direk siz verin, içiniz rahat olsun, dedim.

 

Celȃl, o ne demek ben sana güveniyorum, dedi. Aydın beycim Peygamber Efendimiz SAV şeytan insanın damarlarında dolaşır, çok vesveseler verir, der.

 

Özellikle sadaka ve zekat konusunda… Uygun görürseniz dediğim gibi siz verin, dedim. Peki dostum, dedi.

 


Aydın bey Ereğli’ye gelince birgün ikindiden sonra evden çıktık. Hem o amcaya uğrayalım, hem de gezelim dedik. Ben akülü sandalyemle o ise yürüyerek gittik.

 

O okulun yakınına varınca, komşularına sora sora amcanın evini bulduk.

 

Amca bizi görünce çok sevindi. Epey muhabbet ettik. Amca, dostum Aydın Kaynarca bey beni ziyaret etmek için Ankara’dan geldi, dedim. Öyle mi, hakiki dostmuş, dedi.

 

Böyle dostluklar az şimdi. Sen de iyi dostsun, arkadaşınla bizi ziyarete geldiniz, Allah muhabbetinizi artırsın, dedi. 

 

Liseye giden yetim torunu bize çay demledi. Müstakil evin avlusundaki asmanın altında çay içtik. Çaydan sonra müsade istedik.

 

Amca ziyaretimizden ve sohbetimizden öyle memnun oldu ki, inşallah yine gelin diye ısrar etti.

 

Tam kalkacağımız zaman Aydın bey cebinden zarfı çıkarıp amcaya uzattı. Amca bu benim zekat param, inşallah kabul buyur, dedi.

 

Zarfı açınca bir tomar parayı gören amca, Allah razı olsun evlatlarım, yakında okullar açılacak, üç yetimim de okuyor, dedi. 

 

Sevgili dostum Aydın bey; Allah asıl senden razı olsun amca, dedi. Zekatımı kabul ettin, beni yükten kurtardın.

 

 


 

Aydın beyle çay bahçelerine gittik, gezdik. Efkan hocamı gezdirdiğimiz gibi İvriz’e gittik. Aydın bey Ereğli’yi çok beğendiğini söyledi ve geçen bir dostunun attığı emailde şunu görmüş:

 

Türkiye’nin her yerini gezen gezginlerin yaptığı ankette, Türkiye’de gezilmesi gereken 11 ilçe belirlenmiş. Toplam 957 ilçeyi gezen bu grup ikinci sırada Konya Ereğli’yi belirlemişler.

 

Aydın bey, Ereğli, yeşili, tarihi, havası, suyu, meyveleri, insanlarıyla tam yaşanacak yer, dedi. Hiç yokuş yok, trafik sakin, Celȃl akülü arabanla çok rahat gezebiliyorsun, dedi.

 



Aydın beye, Ereğli ben çocukken daha bir yemyeşildi deyip şunu anlattım: Ereğli’nin yerel kanalında izlediğim bir haber de diyordu ki:

 

Ereğli, 1985’lere kadar hayalleri zorlayacak derecede güzel, harikulâde, masallar diyarı misal efsanevi bir şehirdi. Hititlerden kalan İvriz Kabartmasının bulunduğu Ereğli en az 5000 yıllık yerleşim merkezidir.

 

Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan, insanları mutlu, sağlıklı, neşeli, huzurlu, gelecekten umutlu, nüktedan, hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir diyar vardı.

 

1985’te İvriz Barajının yapımıyla Ereğli’nin can suyu kesildi. Önce harika güzellikler ihtiva eden akarsu, dere ve “ark”lar kurudu… Sonra Türkiye’nin en lezzetli meyve ve sebzelerinin yetiştiği bahçeler kurudu. Kuş cenneti olarak bilinen Akgöl sazlığı kurudu.

 

Özetle bunları anlattıktan sonra Ereğli’li Prof. Dr. şunları öneriyordu:

 

* DSİ, İvriz Barajı su yönetim planını değiştirmeli ve Ereğli’ ye can suyunu vermeli;

* Akarsu ve binlerce yıllık, “ark”lar tekrar açılmalı;

* Açma işlemi günümüz teknolojisi ile mümkündür, kısa sürede gerçekleştirilebilir;

* Ordu, okullar, halk ve TEMA gibi STK ve kuruluşların desteği sağlanarak Torosların yamaçları ağaçlandırılmalıdır.

 
 


Evet, o hasretini çektiğim yeşil Ereğli’yi inşallah yeğenlerim görsün diye, antiparantez bunları kitapta anlatmak istedim.

 

(Bu haberi sonradan Ereğli’nin bir yerel haber sitesinden kopyaladım.)

 

 


 

Ankara’daki çok sevdiğim dostum ve komşum Efkan Vural hocamı artık biliyorsunuz.

 

Efkan hocam ve eşi öğretmendir. Üçüncü kattaki komşumuzdur. Asansör olmadığı için çıkamıyorum, fakat eşi Hatice hanım sık sık yemekleri yapıp bize indiriyor ve beraber yiyoruz.  İkinci kat komşumuz Hüseyin ve Melahat Yorgun çifti de öğretmendir.

 

Malesef, bu komşularımızın ikisi de, 2014’te yeni aldıkları evlerine taşındılar. Pazar kahvaltılarında Melahat hanımın gönderdiği hamur kızartmalarını özlüyorum.

 

Atalarımız “Ev alma komşu al” demiş. Hamdolsun Allah, Ereğli’de de çok iyi komşular nasip etti. Onlar da bizim için, ne iyi komşu, diyorlar elhamdülillah…

 

Evet yapılan bir istatistikte sorulan “Engelli komşu ister miydiniz” sorusuna % 70 Hayır, denmiş.

 

Oysaki, engelli birini gören insan, haline şükreder, ölümü ve ahireti hatırlar; Ona yardımcı olur, selam verir, sohbet eder, sevap kazanır.

 

ATM para çekme makinesidir, Engelli ise sevap çekme makinesi...

 

Ereğli’de üç komşu ile samimi olduk. Karşı komşumuz Yaşar ve Hatice Keleş çifti öğretmendir. Alttaki dördüncü kat komşumuz İbrahim ve Birgül Gökbudak çifti de öğretmendir.

 

Yan komşumuz Gürsel beyin dört kızı, bir oğlu vardır. Kızların hepsi terbiyeli, ahlaklı ve çalışkandır maşallah. Yazları Gamze, Habibe ve Fadimana kardeşler, tarla veya bahçelerde meyve toplamak gibi gündelik işlerle para kazanıyorlar.




Fadimana, Gamze, (ortada) Habibe Eroğlu kardeşler

Babalarına yük olmadan alın terleriyle helalinden para kazanıp, Okul masraflarını biriktiyorlar. İşte hayırlı evlatlar... Helal olsun.

 

Yazın arada Celal abilerine sürpriz yapıyorlar. Ellerinde Kısır, çiğ köfte, pasta, börek olan tepsiyle gelirler…

 


Namazlarımda onlara, Ereğli ve Ankara’daki tüm komşularımıza ismen dua ediyorum.

 


***

 

Mayıs 2013’te Ankara’dan Ereğli’ye gelirken arabada börek, salatalık gibi şeyler yedik. Annem zaten dışarının etlerine falan güvenmediği için yemek yemedik, Ereğli’ye varınca makarna yaparım, dedi.

 

Akşam 20 gibi Ereğli’ye vardık. Araba eşya doluydu. Komşularımız İbrahim ve Birgül hocam, Gamze, Habibe, Fadimana -Allah ebeden razı olsun- hemen yardıma geldi.

 

Eğer gelmeselerdi, benim yüzümden bel ve boyun fıtığı olan anne ve babacım epey zorlanabilirdi. Eşyalar taşınınca da karşı komşumuz Hatice hanım, anneme eşya yerleştirmekte yardım etti.

 

Tam o sırada kapı çaldı. Alt kat komşumuz Birgül hanım elinde dumanı tüten bir tepsi börek ve bir tencere sıcak tarhana çorbası ile çıkageldi. Nasıl makbule geçti anlatamam. Allah razı olsun. Zaten bizde komşularımız ile sık sık yemeklerimizi paylaşırız...

 

Aslında anlatmak istediğim şey, iyi komşu aramayın, siz iyi komşu olun. Zaten o zaman komşularınızda sizin iyi komşuluğunuza aynen karşılık verirler ve aranızdaki muhabbet artar.

 

Misafirliğe gittiğim bazı apartmanlarda gözlemlediğim şey, birbirimize selam bile vermiyoruz. Oysa, muhabbetimizin artması için Peygamberimiz SAV selamlaşmayı tavsiye etmişti.

 

2015 yazında bizim evin salonunu sinemaya çevirdik. Sadece yazları kaldığımız için salonda kanepe dışında eşyamız yok.  Altı öğretmenle beraber film izledik. 

 

Karşı komşumuz Hatice ve Yaşar Keleş çifti öğretmen, ayrıca alt kat komşumuz Birgül ve İbrahim Gökbudak çifti de öğretmendir.

 

Yaşar bey yeni aldığı projeksiyon cihazını bize getirdi. Ben de Ankara’da internetten indirdiğim filmleri Flaş’a yükledim. Filmi, projeksiyon cihazı ile salonun duvarına yansıttık.

 

Dört öğretmen komşularımız, kız kardeşim ve eniştemle beraber, altı öğretmen film seyrettik.

 

Bazen kahkaha attık, bazen duygulandık. Bayanlar çay servisi yaptı, güzel günlerdi. 

 

Bu kitabı prototip olarak fotokopicide bastırmıştım. Sağolsun karşı komşumuz Hatice hocam, Efkan hocam gibi güzel tespitleri ve yapıcı eleştiriyleriyle yazmama çok yardım etti. Allah razı olsun. 

 


Atasözünün haklılığı birkez daha ortaya çıktı, Elhamdülillah… 

 

“Ev alma, komşu al.” 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder