3 Ocak 2016 Pazar

22. BÖLÜM - 22/41




Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.


Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.


22. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)


Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:


22. BÖLÜM - 22/41.

22-a) Kutsal duygu: Aşk.

22-b) Aynadan yansıyan güzellik aynaya ait değildir

22-c) Gönül evlenmiş.

22-d) Aşk insanı dahi yapıyor

22-e) Güzelliklerin kaynağı

22-f) Aşk.

22-g) Allah’a itaat, O’nu sevdiğimizin ispatıdır

22-h) Musab bin Umeyr (r.a.)

22-i) Kainatın mayası sevgidir



Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:



İlahi Aşk… İIerleyen bölümlerde hayatımdan kesitlerle biraz aşktan ve müzikten bahsedeceğiz.


Sonra da emekli olduğum 2010 sonrasındaki olaylara kısaca değineceğiz.


Hidayetimden sonra emekli olana kadar 2003-2010 arası normal çalışma hayatıydı.


Tek fark, hayata iman gözlüğüyle bakmamdı.





Onu ilk gördüğüm o an, hedefe kilitlenen bombalar gibi gözlerimi ondan ayıramadım.


O bana baktığı anda ise elektriği gözlerimi çarptı ve başımı öne eğdim. O güzel gözler beni attı bu derin sevdaya.


Onunla türk filmlerindeki gibi bir bahaneyle konuştum ve tanıştık. İlahi aşkın filizi gönlüme ekildi.


Artık onu gördükten sonra kiminle konuşsam hep ondan bahsederdim. Her an onu düşünürdüm.


Onu görmek için hayaller kurarak yaz tatilini beklerdim. Farklı şehirlerde olmamız bu aşkı daha da güçlendirdi. Aşk özlemektir.


Televizyonda bir türk aşk filmi izlesem ağlardım. Onu düşünürken iki gün yemek yemesem bile açlık hissetmezdim.


Hep arabesk aşk şarkıları dinlerdim. Dünyayı toz pembe ve güzel görürdüm. Onun sevdiği şeyleri ben de severdim. Aşk fedakarlıkmış.


O seviyor diye kırk derece sıcak bir yaz günü üç km yürüyüp ona çikolata götürmüştüm. Hatta erimesin diye çok uğraşmıştım.


Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi: “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk”




Bazen düşünüyorum da, galiba bizler aşkı yaşayan son nesildik. Aşk özlemektir. Aşık her an maşukunu düşünür, hayaller kurar.


Cep telefonu, görüntülü akıllı telefonlar çıktı, aşk bitti.


Oğlan heran kızı cep telefonundan arıyor. Akşamları görüntülü konuşuyorlar. Gündüz buluşuyorlar. Acaba gerçek aşkı yaşayanlar var mıdır hala? Ama eminim ki vardır.


Aşık olmak günah değildir. Günah olan nikahsız, dinin onaylamadığı iffetsizlikleri yapmaktır. Ki günümüzde medyada, şu şununla aşk yaşıyor, gibi kutsal AŞK kavramı lekeleniyor.


Aşk, kutsal bir duygudur. “Aşk Şehidi” diye bir kavram vardır.  Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)  Hadis-i Şeriflerinde buyurdu ki:


"Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehiddir." (Hakim, Hatib) Onunla biz ikimiz de iffetimizi muhafaza ettik, fakat aşkımızı gizlemedik.


"Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, Allahü teâlâ affedip Cennetine koyar." (İbni Asakir)


Demek ki, dinimizde iffeti muhafaza etmek ve sevgisi sebebiyle günah işlememeye sabretmek, çok sevaptır.


Çünkü genel olarak sevgi insanı kör ettiği için, insanın kendisini günah işlemekten alıkoyması zordur.


Zor olan işleri başarmanın sevabı da büyük olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:


"Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk belasına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir." (Deylemi) Kuran’da anlatılan Hz. Yusuf’un AS imtihanı buna örnektir.





Ben aşık olduğum kızı hiç ölmeyecek, hastalanmayacak, güzelliği hiç solmayacak, beni hep sevip kollayacak sanmıştım.


Aslında ben, o insanda bu özellikleri hayal etmiştim.


"Aynada görünen güzellik aynaya ait olmadığı gibi, hiçbir güzellik de, o güzelin malı değildir.






Bütün güzellikler Allah’ın Cemîl isminden yansıyor."





2012 yılında Gönül’ün akrabası Alper ile telefonla konuştum. Celȃl, o şimdi kilo almış, çirkinleşmiş. Ve evlenmiş, iki çocuğu varmış, dedi.


Alper’e dedim ki: Alper, ona karşı içimde en küçük his yok, şimdi onu kardeşim gibi seviyor ve namazlarımda dua ediyorum, dedim. 


Bu hastalık beni kendime getirdi. Belki de, sağlıklı olsam bu imana kavuşamazdım.  Yaşadığım o beşeri aşk, imanımın sürekli artmasıyla şimdi ilahi aşka dönüştü.




Hakiki aşk, ilahi aşktır. Şimdi ise artık her konuştuğum kişiyle sözü İslam'a ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) 'e getiriyorum.


Sürekli Allah'ı ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) 'i düşünüyorum.





Aşk herkese nasip olmaz. Aşk en üstün duygudur. Aşk, bir sihirdir.


Etrafında dolaşan renkli yıldızlardan oluşmuş, gözle değil ancak gönülle görülebilen bir sihirdir.


Aşık olduğunda değişirsin. Asla yapmayacaklarını yapabilir, her zaman yaptıklarından vazgeçebilirsin.


İnternette rastladığım, aşkın insanı nasıl değiştirdiğini gösteren itirafı paylaşmak istiyorum:


“Konuşmaya beş, ilkokula sekiz yaşında başladım. Okumayı on yaşında söktüm. Orta bir’de sınıfta kaldım.


Lise iki'ye kadar her zaman sınıfın en tembeli, en sorunlu öğrencisi oldum.


Ancak lise iki ve lise üç'te takdir aldım. Gece gündüz çalıştım. ÖYS'de ellialtıncı olup Boğaziçi Üniversitesi'ne girdim.


Mezun olduktan sonra yüksek lisans için ABD'ye burslu gittim.


Master bitince tekrar Boğaziçi Üniversitesi'ne döndüm. Doktoramı bitirmek üzereyim.


Lise iki'de ne mi oldu? Şu anda karım olan sınıfın en çalışkan kızına aşık oldum.


Kendimi ona ispatlamam gerekiyordu.“


Yani insan birkez gerçekten aşık olur ve onunla da evlenir. Çıkma, flört gibi kayramlar bize batıdan geldi. Bunlar bizim geleneklerimizde de, müslümanlıkta da yoktur.


Biz Türkler birkez aşık oluruz ve bir ömür onu sever ve sadık oluruz. 


Sevgi, aşk insanı motive eden en güzel duygudur. Fakat karşı cinse hissettiğiniz her duygu aşk değildir. Her beğendiğiniz kişiye aşık oldum sanmayın.


Aşk çok özel bir duygudur. İnsan hayatında sadece gerçekten birkez aşık olur ve onunla da evlenmesi gerekir. Zaten bu niyetle bir kız ve erkek görüşür. Birlikte bir ömür geçirir.


Bu kitapla inşallah aşkı tanırsınız.


Aşk fedakarlıktır. Fedakarlık yapmayanın aşkına inanılmaz.







Kıymetli okuyucular bu kitapta bahsedilen bilgiler dinlediğim sohbetler ve okuduğum kitaplardan özetlediklerimdir.


Dini hakikatleri anlattığım biri, bana sen alim misin nerden biliyorsun, demişti.


Ben de bu durumu üzülerek Efkan hocama anlatmış ve artık kimseye anlatmak istemiyorum hocam, demiştim.


Efkan hocam, Hayır Celȃl anlatacaksın. Geçen akşam bir hadis-i şerif okuyunca sen aklıma geldin. Efendimiz SAV buyuruyor ki:


“Ahir zamanda ümmetimden bir kısım kimseler vardır, onlar alim değillerdir, fakat ilim taşırlar.”


Celȃl, sen çok iyi bir ilim taşıyıcısısın, anlatmaya ve yazı yazmaya devam et.


Evet namaza başladığımdan beri hafızam güçlendi. Okuduğum bir yazıyı, radyoda dinlediğim bir sohbeti, kelime kelime unutmuyorum.


Şimdi bir sohbetten dinlediklerimi aktaracağım:


Allah, insana doğuştan sonsuz bir sevme kabiliyeti vermiştir. İnsan, kendi eviyle  alakadar olduğu gibi, bütün dünya ile de ilgilidir.


Evindeki akvaryumdaki balıkları beslediği gibi, haberlerde gördüğü Afrika’daki aç kalan çocukları da düşünüp üzülür.


Allah, doğuştan insana sonsuz sevme kabiliyeti ve sonsuza kadar yaşama duygusu vermiştir. Fakat insanların çoğu bu duyguları yanlış kullanıyorlar.


Mesela biriktirdikçe mal biriktiriyor, ikinci, üçüncü evi alıyor, zekat verince mal eksilecek sanıyorlar. Velhasıl hiç ölmeyecek gibi yaşıyorlar.


Halbuki sonsuza kadar yaşama hissi verilmiş ki, ölümsüz bir hayata kavuşmanın yollarını arayıp bulalım.


Çoğumuz, ben dahil, kalbimizdeki sonsuz sevme duygusunu fani bir kız/oğlana veriyoruz.


Sonunda ayrıldığımızda ise teselliyi içki, sigara, arabesk şarkılar da arıyoruz.


İşte sevdiğimiz terkettiğinde bunun için acı çekiyoruz.


Zaten insanın bu özelliğinden dolayı dünyanın heryerinde arabesk türü müzikler çıkmıştır. 


Halbuki o sonsuz sevme kabiliyeti, bütün güzelliklerin kaynağı Baki olan Cenab-ı Hakk’ı sevmemiz için verilmiştir.


Şimdi bir baba düşünün, oğluna kısa bir müddet için beş milyon dolar para veriyor. 


Oğlu gidiyor, o paranın hepsini Murat124 arabaya yatırıyor.


Eve döndüğünde babası ne der, çok kızmaz mı sizce?


Ben kendimi bahtiyar kullardan sayıyorum.


İlahi aşk yolculuğuna başladım elhamdülillah…





Son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran hanımın televizyondaki bir sohbetinden aşk konusunda dinlediklerimi bir yazıda kısaca şöyle yazmıştım:




Aşk, arapça "ışk" kökünden gelir ve sarmaşık anlamına gelir.


Aşk tohumu kimin gönlüne düşerse, sarmaşık gibi kişinin gönlünü, varlığını sarıp sarmalar.


Aşk ateşi de kimin gönlüne düşerse, o diğer bütün duyguları yıkıp yakar. Âşık olan kişi dünyayı sevdiceği ile görür.


Âşık olan kişi yok olur, geriye sadece sevgili kalır.  


"Aşk Nedir? Aşk dileği, isteği yapıp yapmama arzusunu, iradeyi bütünüyle terk etmektir." Hz. Mevlânâ


 “AŞK = İbadet, şükür, kanaattir."


Aşk arapça bir kelime olup, Ayn, Şın ve Kaf harflerinden oluşur.


Hz. Mevlânâ, Ayn ibadet, Şın şükür ve kaf harfinin de kanaati işaret ettiğini söylemiştir ki, ilahi aşk için olmazsa olmazlardır.


Kanaat edebilmek için şükür, şükredebilmek için ise ibadet olması lâzımdır.


Kanaat anladığımız manada kıt kanaat geçinmek, bir lokma, bir hırka demek değildir. Kanaat, her ama herşeyin Allah’tan geldiğini bilerek, O’ndan gelene razı olmaktır.


Hüsn-ü zan ile yapılan her güzellik Hak katında ibadettir.


Aşk sevgiliyi memnun etmektir.


Biz ancak şükrederek kanaat ettiğimiz zaman Allah'tan razı olabiliriz.





Görme engelli Ümmü Mektum (r.a.) isimli sahabe, Peygamberimizi (Sallallahu aleyhi ve sellem)  bizim gibi hiç görmemiş ama gönlünde Efendimizin SAV aşkı oluşmuş.


Sevgide mühim olan kalbin içini görmektir. Bu da baş gözüyle değil, kalp gözüyle görülebilir. 


Büyüklerimden duyduğum bir kaide var. Kişi sevgilisini tanıdıkça sever. Kişi sevdiğinin sevdiklerini de sever.


Allah sevdiği için, bütün peygamberlerini ve salih kullarını ben de seviyorum.


Allah’ın Habibi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) 'i, ashabını (arkadaşları) ve ehlibeytini de (aile bireyleri) çok seviyorum.


Hayatlarını okudukça, çektikleri çileleri düşündükçe gözyaşımı tutamıyorum.


Seven sevdiğine itaat eder. Bir çocuk veya genç, neden anne babasının her dediğini yapar? Korktuğu için mi, hayır sevdiği için.


Ben de, Allah sevmiyor diye haramlardan kaçıyorum. Yani, sevdiğimi üzmemek için...


Önceden de sevdiğim kız istemediği için bazı şeyleri yapmıyordum.


Allah’ı seviyorum diyen ispat etmelidir. Allah’a itaat, Allah’ı sevmenin neticesidir.


Allah’ı razı etmek, memnun etmek için namaz kılıyorum. Allah’ın mektubu Kur’an-ı Kerim’i okuyorum ve tefekkür ediyorum.


Zaten dünyevi ilişkilerde hem sevgili var, hem ben varım, bu sevgide biraz çıkarcılık var gibi, net bir aşk yok burda.


Gerçek sevgilerde kişinin kendisi olmaz, olamaz. Aşk, sevgiliyi memnun etmektir.


Bir insan, samimiyetle Cenab-ı Hakk’a bağlanmış, onun yüceliğinin, kudretinin, azametinin karşısında bir hiç olduğunun farkına varmışsa, zaten nasıl Cenab-ı Hak karşısında ben diyecek ki…


Yukarıda söylenenlerin özü teslimiyettir.


Malum bu anlatılanların hepsi sevgiliye teslimdir.


Bilindiği üzere islamiyetin Türkçe karşılığı teslimiyettir.


Müslüman demek tümüyle teslim olmuş insan demektir. Kime, Allah’a… 





Yukarıda Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) 'in ashabından bahsederken aklıma geldi. Bütün sahabelere ruhum feda olsun. Hangi birini sayayım.


Fakat ilk dinlediğimde Musab bin Umeyr'in  (r.a: Allah ondan razı olsun) hayatından çok etkilenmiştim.




Efendim sahabelerin hayatını değerli hocalar çok güzel anlatmışlar. Haddim değil ama Hz. Musab'ı (r.a.) kısaca tanıtmak istiyorum bilmeyenlere.


Allah'ım hata yaparsam affına sığınıyorum.


Musab bin Umeyr, Mekke'de çok zengin bir ailenin tek evladıdır. Üstelik bütün Mekkeli kızların pencere kenarlarından geçisini beklediği çok yakışıklı bir gençtir.


İçindeki boşluğu islama teşrifiyle doldurur. Allah müthiş bir iman aşkı verir. Adeta Peygamberimize (Sallallahu aleyhi ve sellem)  aşık olur.


Medine'den bir grup tüccar Mekke'ye gelmiştir. Efendimiz SAV onlara islamı anlatır ve müslüman olurlar.


Peygamberimize (Sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke'de yaşama imkanı vermedikleri için Medine'ye davet ederler. Ve Medine'deki halka islamı öğretecek bir yardımcı isterler.


Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdiği kişi genç Hz. Musab bin Umeyr'dir.


Bir yıl sonra Medine'den yetmişbeş kişilik bir heyet Mekke'ye gelir.


Başlarında Musab bin Umeyr vardır. Peygamberimize SAV şöyle der:


“Ya Rasullallah Medine'de islamın girmediği ev kalmamıştır.” Gelen heyet Akabe denilen yerde tekrar biat ederler: “Ya Resulallah Seni canımız pahasına koruyacağız.” derler.


Bir müddet sonra Allah'tan hicret izni çıkar ve 622 yılında Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)  Medine'yi şereflendirir.


Hep duyduğumuz bir ilahi vardır. Medineliler Peygamberimizi (Sallallahu aleyhi ve sellem) karşıladıkları zaman söylemişler. 1430 yıldır söyleniyor.


“Taleal bedru aleyna...” Türkçe söylenen şekliyle:


Ay doğdu üzerimize

Veda tepesinden

Şükür gerekti bizlere

Allah'a davetinden


Sen güneşsin sen aysın

Sen nur üstüne nursun

Sen süreyya ışığısın

Ey sevgili Ey Rasul


Ey bizden seçilen elçi

Yüce bir davetle geldin

Sen bu şehre şeref verdin

Ey sevgili hoş geldin


Ey Rasul sana söz verdik

Doğruluktan ayrılmayız

Sen ey esenlik yıldızı

Senin sevginle doluyuz


Ben yıllarca bilmediğim için çok düşünürdüm. İslam Mekke'de ortaya çıktı. O devirde televizyonda yoktu.


500 km uzaktaki Medine'liler islamı nereden biliyordu da, Peygamberimizi (Sallallahu aleyhi ve sellem) böyle coşkuyla karşılamışlardı.


Hz. Musab bin Umeyr (r.a) 'in hayatını okuyunca bu merakım cevabını buldu. Muhteşem zenginliği elinin tersiyle itti.


Anasız, babasız gurbette, fakat kalbinde Allah ve Peygamberimizin SAV aşkıyla, fakir ve bekar bir halde Uhud harbinde şehit olarak ahirete göçtü.




Allah ondan razı olsun. Şefaatine nail etsin.





Efendim sevmek duygusunu içimize Allah yerleştirmiştir. Sevmemek mümkün değildir. Mutlaka bir şeyleri seveceğiz.


Sevmek duygusuyla Allah'ı seveceğiz. Allah'ın sevdiklerini ve Allah'ı sevenleri +seveceğiz.


Kadir, Leyla’nın aşkıyla çöllere düşmüştü. Bu aşkı onu gerçek aşka götürüp Mecnun etmişti. Mecnun çöllerde ağlayıp gezerken sonunda sevgilerin sahibi Mevla’yı bulmuştu.


Anlatılır: Yıllar sonra Leyla Mecnun’a gelir. Mecnun sorar : “Sen kimsin?“ ; “Tanımadın mı, Ben Leyla” der. Mecnun son sözü söyler : “Sen Leylaysan o zaman bendeki Leyla kim?”


***


Seven sevdiğinden bir işaret bekler


Acizane engelli kardeşlerime anlattığım kendilerini özel hissettiren kıssadan hisse:


Leyla'nın ve Mecnun'un yaşadığı devirlerde bir kıtlık olur.

Anlatılan hikayeye göre Leyla aç insanlara sıcak yemek dağıtmaktadır. Uzun yemek kuyruğuna geçenler arasında Mecnun da vardır.


Fakat sıra Mecnun'a geldiğinde Leyla yemek vermek yerine elindeki kepçeyi Mecnun'un eline vurur. Mecnun ise bir ödül almış gibi sevinerek gider ve tekrar sıraya geçer.

Buna bir anlam veremeyen halk Mecnun'a sorar:


- Behey deli oğlan, her seferinde dayak yiyorsun, hâlâ ne diye sıraya geçiyorsun?..


Mecnun'un verdiği cevap, "neden Mecnun olduğunun" da cevabıdır aslında...

- Görmüyor musunuz; Yalnız bana vuruyor!...


***


Bir de şu mesele bana çok zor geliyor. Ferhat Şirin’e olan aşkından dağı delmiş olamaz. Ferhat yıllarca aşkla dağı delerek Yeşilırmak’ı Amasya’ya akıtmış.


Evet bu iş aşkla yapılır ama ilahi aşkla. Ferhat bence halkını suya kavuşturmak için Rıza-yı ilahi için yaptı. Şirine olan aşkı işin bahanesiydi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder