3 Ocak 2016 Pazar

21. BÖLÜM - 21/41



 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

21. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

21. BÖLÜM - 21/41.

21-a) Hangi Tarikat veya Cemaattensin?.

21-b) Ölümsüzlük mümkün mü?.

21-c) Allah Rahman’dır.

21-d) Sevinmek istiyorsak sevindirmeliyiz.

21-e) Elli Kuruş.

21-f) Akülü tekerlekli sandalye ile eve kapanmaktan kurtuldum..

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:



 

Allah’ın beni hidayete erdirmesinden sonra, yani uzay okyanusunda yüzen dünya gemisine neden bindirildiğimi hatırladığım zaman, kendimce bir araştırmaya girdim.

 

Farklı mezhepler, farklı tarikatlar ve değişik cemaatler vardı. İslam dini tek değil miydi, bu ayrılığın sebebi neydi. Efkan hocama sordum.

 

Celȃl, mezhep, tarikat, arapça yol demektir. Amaç Allah’ın rızasını kazanmaktır.

 

Yüz olarak, birbirinin birebir aynısı olan insan hiç yokken, düşünce yapısı olarak da birbirinin aynısı olan insan hiç yoktur. Her insan karakterine uygun bir yolla Allah’a ulaşabilir.

 

Onun için Necmeddîni Kübrâ Hazretleri buyurur ki: “Allâh’a giden yollar, mahlûkların nefesleri kadar çoktur.” 

 

Tarikatlar, bu amacımıza hızlıca ulaşabilmek için nefsin terbiye metodlarını ve çeşitli ibadet ritüellerini bir sisteme oturtmuş dini topluluklardır, dedi. 

 

Mesela burası Ankara. Ankara’ya nasıl ulaşırsın? İsteyen İstanbul yolundan, isteyen Samsun yolundan, isteyen Eskişehir yolundan veya Konya yolundan şehre girebilir.

 

Ya da isteyen trenle veya uçakla gelebilir, diye ekledi.    Hmm, Anladım hocam.

 

Peki, ben de bir tarikata girmeli miyim? dedim. Hayır Celȃl, bu devirde artık gerekmez.

 

Eskiden internet, kitap, radyo, TV, vs. yoktu, insanlar dini bilgileri bir mürşitten alıyorlardı.

 

Celȃl, sana dini bilgileri güzelce öğrenmen için bir tavsiyem ve uyarım olacak; Bol bol kitap oku, çok sohbet dinle…  Ama, …

 

Ama kitap alırken, radyo, TV ve internetten sohbet dinlerken tek ölçün şu olsun;

 

Bir insan, Kuran ve hadislere uygun konuşmuyor ve anlattıklarını yaşamıyorsa, onun kitabını okuma ve sohbetini hemen kapat.

 

Bir insanın  havada uçması veya  suyun üzerinde yürümesi önemli değildir. Önemli olan, o kimsenin Kur’an ve sünnete uymasıdır.

 

Çünkü Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki: “Ben size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılın. Onlar: Kuran ve sünnetimdir.”

 


Evet, Efkan hocamın bu tavsiyesini yıllardır tutuyorum. Balarısı gibi her çiçekten öz topluyorum. Ehli sünnet pekçok alimin sohbetlerinden hergün yeni bilgiler öğreniyorum. 

 

Namaz kıldığımı bilen ve Facebook’ta paylaştığım resim ve videoları gören bazı arkadaşlar, beni bir cemaatten sanıyorlar ve; Sen hangi tarikat veya cemaattensin, diye soruyorlar. 

 

Onlara şunu derim:

 

Lütfen önyargınızı kırın. Paylaştığım resimdeki söz, Nakşibendi tarikatının bir kolunun lideri rahmetli Prof. Dr. Mahmut Esad Coşan Hocaefendiye (1938-2001) ait bir sözdü. 

 

Dünkü paylaştığım video ise, Bediüzzaman Said Nursi’nin (1876-1960) eseri Risale-i Nur’da geçen bir konuyu müzakere eden Nur talebelerinin sohbetindendi.   

 

Bunlar, Hz. Mevlana ve benzer daha pekçok ehli sünnet alimin sözlerini paylaştım.

 

Evet, balarısı gibi her güzel çiçekten, temiz bir öz topluyorum. Fakat ben hiçbir cemaate girmedim, ki zaten giremem; Ben yattığım yerde namazını kılan yatalak bir engelliyim. 

 

Suizan ederek günaha girmeyin. Ünlü fizikçi Einstein, “İnsanların önyargılarını yıkmak, atomu parçalamaktan daha zordur”, der.

 

 


 

Hepimizin içinde fıtraten sonsuz bir yaşama isteği, hiç ölmemek duygusu vardır.  Bu yüzden dünyada binlerce yıldır, bir ölümsüzlük hayali ve ebedi gençlik arzusu olagelmiştir.  

 

Genetik ve tıbbi araştırmaların nihayi gayesi hep bu hayal içindir.  Peki bu mümkün mü? … Evet mümkün ama nasıl? …

 

Buna geçmeden önce, isterseniz ‘insan neden ölümsüz olmak ister’ sorusuna yanıt arayalım. İnsanı Allah yaratmıştır. Peki Allah insanı neden dünyaya göndermiştir?

 

Allah, “O ki, hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (Mülk, 2) buyurarak insanın bu dünyaya gönderiliş gayesinin imtihan için olduğunu açıklamıştır.

 

Allah, her insanın içine imtihan etmek için bir çok arzu ve duygular yerleştirmiştir.

 

Mesela insanlar, cinsel arzusunu doğru yönde kullanarak neslini devam ettirir. Bu arzu doğru ve helal yolla kullanılırsa sevap bile kazandırırmış.

 

Fakat Efendimiz SAV, insanı cehenneme ekseriyetle sokan şeyin bu arzunun yanlış kullanımı olduğunu belirtmiştir.

 

Öfke duygusunu düşmanlara karşı, inat hissini haramlara karşı, aşk duygusunu Allah’a, nefreti kötülüklere, merhameti mazlumlara karşı kullanırsak doğru kullanmış ve imtihanı kazanmış oluruz inşallah.

 

Evet, işte Allah, insanın içinde bir de doğuştan ölümsüz olma ve ebedi genç kalma isteği koymuştur. İnsan, hiç ölmek istemez. Hep genç kalmak, hep gezmek, tatil ister.

 

İstediği her şeyi almak ister. Dünyanın hakimi olsa da ona yetmez.

 

Bakar ki ölüm var. Bu da onu sonsuzluğu aramaya sevk eder. Ama bu ebediyet hissini de doğru kullanmak gerekir.

 

Sürekli estetik ameliyatı olanlar, ölümsüzlük duygusunu yanlış kullananlara örnek verilebilir.

 

Ve Allah’ın ölümsüzlük isteği vermesinin nedeni aslında şudur ki:

 

İnsan, bu duyguyla anlar ki Allah, biz insanları sadece bu kısacık fani dünya için yaratmış olamaz.

 


Binlerce yıldır her bahar kurulan yemyeşil dünya, her kış yok oluyor.  Her sene milyonlarca çiçek, ağaç, meyveler Allah’ın rahmet hazinesinden yeni gelen baharla tekrar diriliyor. 

 

Evet anlar ki: Sonsuz güç, irade, ilim, merhamet, cömertlik, ikram sahibi olan Allah, şanına yaraşır bir sonsuz alemi yaratacaktır. O’na zor değildir ve Kuran’da söz vermiştir.

 

Bu imtihanı kazanan iyi insanlara ölümsüzlük yurdu yani sonsuz gençlik, eğlence ve zevk yurdu CENNETi verecektir. Çünkü insanın ömrü çok kısadır.

 

Eğer bir ahiret hayatı olmamış olsaydı, bu Allah’ın adaletine sığmazdı. İtaat edenlere mükafat ve isyankarlara ceza verilmezse bunu akıl, mantık ve vicdan kabul etmez.

 

Bir mezarlıkta zulümle öldürülen masum ve zulmeden zalim yanyana yatıyorlar. Burada bir ceza ve mükafat yok hükmündedir, yeniden dirilmeli ve adalet olmalı diye düşünürüz.  

 

Büyük bir islam alimi Hz. Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) eseri Risale-i Nur’da der ki:

 

Birinci Suret: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus (özellikle) böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra (büyük mahkeme) vardır.

 

İkinci Hakikat: Hiç mümkün müdür ki: Gösterdiği âsâr (eserler) ile nihayetsiz (sınırsız) bir kerem (cömertlik) ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi; kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın.   (Onuncu Söz’den)

 

Başta dediğimiz gibi ölümsüzlük vardır. Ama ölümsüz olmak için ölmek gerekir.

 

Yunus Emre’mizin dediği gibi “Ölümden ne korkarsın, korkma ebedî varsın”

 

Sanmayın ki, yaşlı dindarlar yaşamak istemiyor. Hepsi evet, belki hayırlısı ile ölsekte bu imtihan bitse, diyorlar; fakat ölümsüz cennet için ölmeyi bir perde olarak görüyorlar da ondan…

 

Evet bu dünyada öldükten sonra artık bir daha ölmek yoktur.

 

Kıyametten sonra Allah bütün insanları yeniden dirilteceğini ve dünyada yaptığımız işlerin hesabını soracağını Kuran’da bildiriyor.

 

İşte artık o zaman ölümsüzüz.

 

Ya sonsuz cennete ulaşacağız, ya da sonsuz cehenneme, Allah muhafaza…

 

"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük Cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya derler." (Zümer suresi, 73.ayet)

 

“De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen ebedîlik cenneti mi?” Orası onlar için bir mükâfat ve varılacak bir yerdir.” (Furkan suresi, 15.ayet)

 

“Orada arzu ettikleri her şey bulunacak, hem ebedî olarak kalacaklardır. Bu, Rabbinin üzerine aldığı ve müminlerce hep istenen bir vâdidir.” (Furkan suresi, 16.ayet)

 

 


 

Allah'ın 99 isminden birisi de Rahman’dır. Yani yarattığı her canlıya, kendisine inansın veya inanmasın yarattığı her kuluna merhamet, rahmet eden, koruyan.

 


Bu ismin tecellisini gördüğüm bir küçük anımla takviye edeyim dilerseniz: 

 

Ben ingilizce bildiğim için 2002’de hastalığımla ilgili internette araştırma yapıyordum.

 

İngiltere’de Friedreich Ataksisi hastalarının kurduğu bir web sitesinde Ukrayna’dan yazan Maria isimli bir bayanla tanıştım.

 

Sürekli hastalık hakkında mailleşiyorduk. Hatta bana bir vitamin ilacı göndermişti. Hidayetim sonrasında da arkadaşlığımız devam etti. Maria hıristiyandı. O da benim gibi dindardı.

 

Namaza başladıktan sonra islam hakkında konuştuk. Peygamberimizin yaşadığı sıkıntıları anlattım.

 

Beş çocuğunu kendi eliyle kabire koymuş, zaten anne, baba, eşini yıllar önce kaybetmiş.

 

Bunlar namazda aklıma geliyor, gözümden yaşlar süzülüyor, dedim.

 

Maria, eşinin onu her Pazar kiliseye götürdüğünü ve Papazın Hz. İsa’nın AS çektiği çileleri anlatırken onun da ağladığını söyledi.

 

Maria, bu hastalığa sabrediyor, haline hep şükrediyor,

 

Rabbimin merhameti sonsuzdur, inşallah Allah’ın lütfuyla cennette ebedi dost oluruz… 

 

Maria’ya yetmiş yaşını aşkın annesi ve babası bakıyordu. Orada kimsesiz göçmen bir delikanlı Maria’ya aşık olmuş. Maria tekerlekli sandalyede olmasına rağmen ben ona bakacam, demiş.

 

Babası onları bir kilisede evlendirdi. Hatta evlilik resimlerini göndermişti. Babayiğit delikanlı Maria’yı kucağında taşıyordu.

 

Sanıyorum evlendiklerinden üç ay sonraydı. (2006) Maria’dan çok kısa bir mail aldım. “My father died” diyordu. Yani babam öldü.

 

Maria, Haşa! Hz. İsa‘ya AS Allah’ın oğlu diyordu. Yani Allah’a şirk koşuyordu.

 

Fakat Allah Rahman’dır. Babasının ruhunu almadan evvel bir delikanlıyı ona aşık etmişti. Ve Maria’yı ona emanet etmişti. Şimdi bazen mailleri geliyor. Çok mutlular.

 


Allah’a ortak koşmasına rağmen yine de Allah ona merhamet etmişti. İnşallah imanla da şereflenir.

 

Erhamürrahimin olan, yani Merhametlilerin en Merhametlisi olan Rabbimiz, bana da güzel kader çizecektir inşallah.

 

Ondan gelene razıyım.

 

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri şöyle diyor:

 

Hoştur bana senden gelen,

Ya gonca gül, yahut diken

Ya hayattır yahut kefen,

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa

Kahrın da hoş lütfun da hoş

 

 


 

2003 yılındaki hidayetimden sonra yani Kuran’ı okuyup gerçeği anladıktan sonra dünyaya bakışım değişti. Ağlamanın tadına vardım. Bir kız için değil, merhametten ağlamayı keşfettim.

 

2004 yılındaydı sanırım, işten gelince yemek, lavabo, diş fırçalama, traş işlerinden sonra babamla beraber televizyonun karşısına geçerdik.

 

Kanalları dolaşırken bir kanala takıldık kaldık. Programı İkbal Gürpınar sunuyordu. Babamla beraber her hafta o programı izler ve ağlardık.

 

Programda bir il yada ilçede önceden yardıma muhtaç fakir bir aile tespit ediliyor. Daha sonra o yerde oturan ve ileriki yıllarda bu aileye destek olacak bir kardeş aile ile buluşuluyor.

 

Daha sonra fakir aileye ziyarete gidip ihtiyaçları tespit ediliyor. O ilçedeki cömert esnaftan, belediye ve kaymakamlıktan toplanan yardımlar o fakir aileye veriliyor.

 

Zaten o sevinç anında babam da, ben de ağlıyoruz. Kimi zaman tepeden tırnağa bir ev eşyalarla ve gıdalarla dolduruluyor.

 


Bazen evin çocuğuna eğitim bursu, bazen gencine iş veriliyor. Babamla çok etkilenmiştik.

 

Birkaç kez yazın Ereğli’ye giderken yedi adet koli erzak yaptırmıştık. Her kolide en kalitelisinden zeytin, peynir, makarna, çay, şeker, yağ, pirinç, çikolata, vs... vardı.

 

Bunları fakir akrabalarımızın evlerine bizzat giderek dağıtmıştık.

 

Ayrıca işyerinde de amirim Ender Altın bey ve samimi arkadaşlarımla çete kurduk. Sevap çetesi :) Duyduğumuz bazı fakir engelli veya ihtiyaçlı aileleri araştırdık.  

 

Daha sonra aramızda para toplayıp ulaştırdık.

 

Bir de ayrıca ramazanlarda şirketimiz biz çalışanlardan yardım toplayıp çeşitli faaliyetler yapıyordu. Sanırım 2007’de Sincan kimsesizler yurdunun tuvaletini yaptırdı.

 

Sonucu sunu şeklinde hazırlayıp mail atmışlardı. Yetim çocukların yüzünü görünce ağlamıştım.

 


Biliyorum dinimizde sadakanın gizli verilmesi sevaptır. Hatta, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, derler.

 

Kitap boyunca bütün bu gibi yardım konularından bahsetme nedenim, inşallah sizlere örnek teşkil etmesi içindir.

 


Evet mesela, biz de o programdan örnek almıştık.

 

Peygamber Efendimiz SAV buyurur ki:

 

«Bir hurma da olsa, sadaka vermekten geri kalmayın. Zira sadaka fakiri ihya eder ve su ateşi yok ettiği gibi, sadaka da günahı yok eder.» (Îbnu-Mubarek, Zuhd‘da.)

 

Yine buyurdu ki:

 

«Yarım hurma ile de olsa, cehennem ateşinden sakınınız. Eğer sadaka veremezseniz, bari tatlı ve güzel sözler söyleyin.» (Buharı - Müslim, Adiyden.)

 

Yine buyurur:

 

«Helâl maldan sadaka veren bir kimse yoktur ki, siz hayvanlarınızı beslediğiniz gibi, Allah Teâlâ da onun sadakasını, birkaç uhud dağı kadar oluncaya kadar beslemesin.»

 

Yine buyurur:

 

«Kıyamet gününde soru-cevap işi bitinceye kadar herkes kendi sadakasının gölgesinde olacak.»

 

 


 

Hani efendim fıkra diye anlatılır bu, ama Ahirette de ihlassız iyiliklerimiz böyle yüzümüze çarpılabilir. (Allah muhafaza buyursun)

 

Cehennemde zebaniler bir adamı ateşe atacaklar. Adam birden:

 - "Durun beni ateşe atamazsınız, ben dünyadayken bir dilenciye elli kuruş vermiştim", der.

 

Zebaniler araştırırlar, gerçektende adam hayattayken bir dilenciye elli kuruş vermiştir. Düşünür, taşınır işin içinden çıkamazlar. Sonunda baş zebaniye giderler.

 

 - "Adamın biri dünyada bir dilenciye elli kuruş vermiş, beni atamazsınız,  diye bağırıp duruyor ne yapalım? " derler.  Baş zebani de:

 

 - "Verin elli kuruşunu, atın aşağıya". :)

 

***

 

Hemen her hafta o programı izler ağladık. Neresi olduğunu unuttum İkbal Gürpınar ve kardeş aile yine fakir bir aileye gittiler.

 

Eşini kaybetmiş yetmiş yaşında bir dede üç torununa bakıyordu. Anne ve babaları trafik kazasında ölmüşler. En büyük torun oniki yaşındaki kız çocuğu.

 

İkbal Gürpınar soruyor. “Kardeşlerine bakıyorsun ne küçük annesin sen. Peki canım okula gitmek ister miydin? Anneni özlüyor musun?”

 


Kız o an elini yüzüne kapatıp ağlamaya başlıyor. İkbal hanım: Ben senin annen oluy mu?, diyor ve ikisi sarılıp ağlıyorlar.

 

Tabi o an babam ve ben şıpır şıpır gözyaşı döküyoruz.

 


 


 

Ereğli ve yardımlardan bahsedince Çetin kardeşimi de anlatmak istiyorum. Hastalığım iyice ilerleyince, iş dışında dışarı çıkamıyor, haftasonları sürekli evdeydim.

 

Ereğli belediyesi ihtiyaç sahiplerini belirleyip ücretsiz akülü tekerlekli sandalyeler veriyormuş.

 

2003 yılında amcam belediyedeki tanıdıklarından bir akülü araba ayarlamış. Amcam bizi çağırdı. İşten izin alarak Ankara’dan Ereğli’ye gittik.

 

Oradaki yetkili otomobille geldiğimizi görünce akülü arabayı vermek istemedi. Zengin zannetti bizi herhalde... Haklıydı. Ben o arabayı iki, üç yıl para biriktirip alabilirdim.

 

Sonradan adının Çetin olduğunu öğrendiğim, kalbi insan sevgisiyle dolu olduğu yüzünden belli olan hayırsever genç:

 

“Benim hakkım helal olsun. Engelli kardeşimi sevindirelim. Akülü arabayı ona verelim” dedi.

 

Akülü arabayı alarak mutlu şekilde Ankara’ya döndük.

 

Emekli olana kadar yazları haftasonunda özgürce dolaştım ve dostlarla Harikalar Diyarı parkındaki çay bahçelerine gidip sohbet edip mutlu oldum. Şimdi ise Ereğli’de…

 


Sonradan öğrendiğime göre, bu akülü arabalar Hollanda’dan geliyormuş. Hollanda’da yaşayan üç gurbetçi vatandaşımız bir şey görmüşler ve çok üzülmüşler.

 

Hollanda devleti ihtiyacı olan her engelliye akülü araba veriyormuş. Üstelik sanırım üç-beş yılda bir bu arabaları yeniliyormuş. Eski akülü arabalar ise hurdalığa atılıyormuş.

 

Bu üç vatandaşımız düşünmüşler, ülkemizde sokağa çıkamayan pek çok engelli var.

 

Bu arabaları toplayarak, tamir edip, bakım yaptıktan sonra, öncelikle kendi memleketlerine, daha sonra da çeşitli belediyelere göndermeye karar vermişler.

 

Bildiğim kadarıyla Ereğli, Karaman, Konya ve Kayseri’de bu akülü arabalar ihtiyaçlı engellilere ulaştırılmış.

 

Bu üç gurbetçi kardeşim elele verip bu arabaları Türkiye’ye göndermişler.

 

Birisi, çalıştığı iş gereği, yurtdışı gümrük ve nakliyat tırları işini üstlenmiş.

 

Diğeri, akülü arabalarını tamir bakım yapmış, akülerini yenilemiş, şarj cihazı ayarlamış.

 

Sonuncusu, Hollanda’da hayırsever bir lokanta işletmecisiymiş. Bu işler için gerekli olan maddi desteği o sağlamış. Allah onlardan razı olsun.

 

İşte Hollanda’da akülü arabaları tamir eden ve Ereğli’de bana akülü arabayı verip sevindiren o merhametli kişi, Çetin kardeşimmiş. Hollanda’da elektrik teknisyeniymiş.

 

2006’da bir trafik kazası geçirmiş ve felç olmuş. Yıllardır her namazımda ona da dua ediyorum.

 

İnşallah hastalık ona eminim ilahi hediyedir ki, cennette makamı yükselsin.

 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder