3 Ocak 2016 Pazar

20. BÖLÜM - 20/41



 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

20. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

20. BÖLÜM - 20/41.

20-a) Namaz cennetin anahtarıdır

20-b) Allah herkese iyi komşular nasip etsin.

20-c) Namazsız yıllarıma acıyorum..

20-d) Engelliler Namazdan muaf mı?.

20-e) Kafama şüpheler üşüştü.

20-f) Allah varlığı

20-g) Dokunmatik ekrandan daha hassas.

20-h) Kuran Allah’ın sözü müdür?.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 

 

2003-2006 arası ara ara namaz kılıyordum. Sadece babam beni banyo yaptırdıktan sonra abdestim bozulana kadar vakit namazlarını kılardım.

 

İyi ki öyle başlamışım. Sindire sindire namazın tadını alarak kıldım. Namazdan sonra bir sonraki banyo gününü iple çekerdim çünkü.

 

Böyle üç yıl devam ettim. İçimde tam huzuru yakalayamıyordum. Kur’an’da Allah buyurmuş ki:

 

"Kendisinden dilediğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür."   (İbrahim suresi, Ayet: 34)   

 

Yani o kadar çok şükretmem gereken şey vardı ki. Merhametli annem, babam ve kardeşlerim var. İşim var. Arabamız var. Gözlerim görüyor. Müzik dinliyorum.

 

Ağzımın tadıyla pilav yiyorum. Düşünüyorum. En önemlisi iman nimetim verildi.

 

Haftasonu her cumartesi uyandığımda gözlerimi açıyorum, annemi görüyorum. Sonra radyoyu açıyorum. Hoş bir sanat müziğiyle güne başlıyorum.

 

Gökyüzünün maviliğini, çiçeklerin rengini görüyorum. Yani görebilmek ve duyabilmek çok büyük nimettir. Diğer organları yazmaya sayfalar yetmez.

 

Bütün bu gibi saymaktan aciz olduğum nimetlere karşı teşekkürümü nasıl yapacaktım. Haftada üç gün banyodan çıkınca namaz kılmayı yeterli bulmuyordum.

 

Birisi bize küçük bir hediye verse veya iyilik yapsa defalarca teşekkür ediyoruz. Aybaşında elektrik veya doğalgaz faturasını ödemeyince hemen kesiyorlar.

 

Acaba güneşin ısısı ve ışığı bedava mı?

 

Allah Kur’an’da yüzlerce ayette namazı emrediyordu. Namaz kılanlar kurtuluşa ermiştir, diyordu. Fakirseniz zekat ve hac farz değildir.

 

Hasta veya tutamayan yaşlılar oruca bedel fidye verirler.

 

Fakat namaz, her şart altında farzdır. İster kör, ister sağır, ister tekerlekli sandalyede, ister yatalak ol ve hatta savaşta bile namaz farzdır.

 

İmandan sonra en önemli hakikat namazdır. Böylelikle beş vakit namazı kılma kararı aldım.

 


Şimdilerde ise ağlayarak kıldığım beş vakit namaz bile Allah’ın verdiği nimetlere teşekkür için azdır, diye düşünüyorum.

 

O zamanlar sağlığım daha iyiydi. Çünkü tekerlekli sandalyede kıbleye dönerek namaz kılardım.

 

 


 

Abdest alma sorunum vardı yine. Önceleri babam birkaç ay banyoya götürüp aldırdı. Fakat ağır olduğumdan babam hergün beni abdest aldırmaya banyoya götüremezdi.

 

Sağolsun yine Din Kültürü Öğretmeni komşumuz Efkan hocam bana teyemmüm almasını ve oturarak nasıl namaz kılabileceğimi öğretti.

 

Ayrıca yatağımda oturduğum zaman kıbleye dönmem imkansızdı. Efkan hocam ilahiyatçı bir kişidir.

 

“Celȃl bana güven, tam kıbleye dönemezsen de oturduğun yönde, teyemmümle namazını kılabilirsin. Allah senin kalbini biliyor. Dinimiz kolaylık dinidir.” dedi.

 

“Çünkü sen abdest almaya gidemezsin. Üstelik yatakta oturum pozisyonuna bile tek başına gelemiyorsun” dedi. Namazımı tekerlekli sandalyede ya da yatağımda oturarak kılıyorum.

 


Zaman içinde daha bir şevkle hatta ağlayarak namaz kılmaya başladım. Allah Efkan hocamdan razı olsun.

 

 


 

Namaz kalbime öyle huzur dolduruyor ki... Namazımı kılarken Allah’ın büyüklüğünü ve engin merhametini düşünüyorum.

 

Allah’ım sen dünyayı kendi etrafında basket topu gibi çeviriyorsun. Üstelik motorsuz ve elektriksiz...

 

Ya Rabbil alemin, ben bilmeden gücü herşeye yeten sana karşı günah işlemişim.

 

Affet Rabbim senin affın merhametin boldur. Sen kovarsan başka gidecek kapı yok deyip bu düşüncelerle gözyaşımı tutamıyorum.

 

Namaz kılmadan geçen senelerime yanıyorum, acıyorum.

 

Allah, yarattığı biz insanı en iyi bilendir. İnsanın ruhi, bedeni, toplumsal ihtiyaçlarının neler olduğunu en iyi O bilir. O yüzden Allah’ın bütün emrettiği ibadetler bizim sağlığımız içindir.

 

Namaz kılarak, hergün beş vakit namazda bütün eklemlerimizi hareket ettirip spor yapmış oluyoruz.

 

Namazda, Kuran’daki ayet ve duaları okuyup sürekli beynimizi çalıştırmış oluyoruz. Eğer namazımızı hakkıyla kılarsak, Alzeimer gibi unutkanlık hastalığına yakalanmayız.

 

Oruç tutan insan, bedenini tazeliyor, günümüzde tespit edildi ki, oruç tutan insanın organları dinlenip adeta bakıma alınıyor. Ayrıca oruç nefsimizi terbiye ediyor.

 

Yani Allah, insanın nefsine uyarak, hem bedenen, hem ruhen sağlığını kaybedeceğini biliyor, ki bizi bu imtihanımızda yalnız bırakmadı. Orucu emretti.

 

Nefis, bizi imtihan etmek için Allah’ın içimize koyduğu, batılıların ego dedikleri bir unsurdur.

 

Nefis yatıp uyumak ister, herşeyi yemek ister, şehvet ister, haramları ister. Allah nefsimizi kontrol altına alıp eğitmemiz için bizi yılda bir ay kampa alıyor.

 

Tıpkı sporcuların sezon başlamadan kampa alınıp sürekli antrenman yapmaları gibi, Allah’ta biz insana bir ay ramazan orucunu farz kılmış ki, bir yıl boyunca bu nefsin aşırı isteklerine karşı antremanlı olup sabredebilelim.

 

Allah neden bizden ibadet etmemizi istiyor? Çünkü bizi sevdiği için sağlıklı olmamızı istiyor.

 

Bizi imtihan etmek için dünyaya gönderdi, fakat musallat ettiği nefis ve şeytan düşmanlarımıza karşı nasıl savunma yapacağımızı da Kuran’da bildirdi.

 

 


 

Bu konuyu bir yazıda şöyle anlatmıştım:

 

Babamla beraber akülü sandalyemle Cuma günleri Ereğli’nin tarihi Ulu Camisine Cuma namazlarına gidiyoruz.

 

2012 yazında bir Cuma namazından çıkınca Ulu Camiinin avlusunda Ereğli müftüsü sevgili Yusuf Eseroğlu hocamızla sohbet ettik.

 

Yusuf hocam çok mütevazi biridir. Bir ay öncede yoğun işlerinin arasında bana vakit ayırmıştı.

 

Ben müftülüğe çıkamadığım için aşağıdaki kapalı ofisi açtırmış, o aşağı inmiş ve yarım saat çay sohbeti yapmıştık.

 

Cami avlusunda, Engelli olmana rağmen namazını kılıyorsun, Kardeşim seni tebrik ederim, dedi. Hocam, dedim, Engelliler namazdan muaf mı?

 

Ahh Celȃl kardeşim, sağlıklı insanlar namazını kılmazken, sen beş vakit namazını kılıyorsun diye tebrik ettim.

 

Namaz kılmak engelli ve sağlıklı aklı başında olan bütün insanlara farzdır.

 

Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak yetmişten fazla ayeti kerime’de namazı emretmiştir. Ve engelliysen, hastaysan namazını kılmana gerek yok diye hiç bir ayet yoktur.

 

Ama şu vardır ki, engelli veya hastayken namaz kılmanın çok kolaylıkları vardır. Sen teyemmüm abdesti ile tekerlekli sandalyede namazını kılıyorsun.

 

Değil mi? Dinimizde bahane aramak yoktur, kolaylık vardır.

 


Siz engelliler zor şartlarınıza rağmen namazınızı kılıyorsunuz ya, sizler normal sağlıklı insanların kıldığı namazlardan aldıkları sevaptan daha fazla sevap alıyorsunuz inşallah.

 

Mesela biri engelli, biri sağlıklı iki işçi aynı işte çalışıyorlar. Devlet engelliye zorluklara rağmen evde oturmayıp çalıştığı için erken emekli olma hakkı vermiştir.

 

Sen de onaltı yıl zorlukla çalıştın ve devletimiz sana sanki otuz yıl çalışmışsın gibi emekli olma hakkı verdi. Değil mi Celȃl kardeşim?

 

İnsanlar engelliye böyle haklar verirse, Allahu Teala zorluğuna rağmen ibadetine devam eden imanlı kullarına daha çok mükafat vermez mi?

 

Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan ve nasıl namaz kılacağını soran bir sahabeye Peygamberimiz SAV :

 

“Namazını ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yaslanarak kıl.” buyurmuştur.

 

Yani hastayız ve özürlüyüz diye namazı kılmamaya asla cevaz vermemiştir.

 

Yusuf hocam ben engelliyim diye dünyadaki bu imtihandan muaf değilim değil mi?

 

Okullarımızda engelli öğrencilerin rahatça ulaşımı için çözümler getirilmiş, rampa ve asansör yapılmıştır.

 

Engelli öğrenciye kolaylıklar yapılıyor ama sınava girmene gerek yok, sen sınıfı zaten geçeceksin, denmiyor. Engelli öğrenciler de, diğerleriyle eşit şartlarda aynı sorularla sınav oluyorlar.

 

Allah tüm insanlar gibi siz engellileri de, sabır ve şükür imtihanına alıyor. Tabi engelli öğrencilere okuldaki çözümler gibi, Allah size de kolaylıklar sunuyor.

 

Mesela, hocam ben teyemmüm abdesti ile evimizde sırtüstü yatarak namazımı kılıyorum.

 

Biz engelliler de bazen şeytan ve nefsin tuzaklarına kapılıyoruz. Fakat hemen vakit giriyor, namaz imdadıma yetişiyor, hocam.

 

Evet aferin Celȃl kardeşim, bak zaten Cenâb-ı Hak buyuruyor:

 

“…Namazı da dosdoğru kıl! Gerçekten kâmil mânâda kılınan namaz, fahşâdan (çirkinlik, edebsizlik, fuhşiyâttan) ve münkerden (dînin ve akl-ı selîmin tasvib etmediği herşeyden insanı) men eder.” (Ankebut suresi, 45.ayet)

 

İslâmın beş şartından ikincisi namaz kılmaktır. İnsanların ilk görevi, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hazreti Muhammed’in SAV peygamberliğine kalpten inanmaktır.

 

Yani İmandan sonra farzların en önemlisi namazdır. Beş vakit namaz, hicretten bir buçuk yıl önce Mîrac gecesinde farz kılınmıştır.

 

Namaz, rûhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah'ın huzuruna yükselten bir ibadettir. Peygamberimiz SAV şöyle buyurmaktadır: “Namaz mü’minin miracıdır.”

 

Yusuf hocamla sohbetimiz böyleydi…  

 

 


 

Evet 2006’da teyemmümle de olsa beş vakit namaza başladım. Fakat sürekli aklıma çeşitli sorular takılmaya başladı. Mesela; haşa! Allah var mıdır, neden göremiyoruz? …

 

Tamam insanları Allah yarattı, peki Allah’ı kim yarattı? (tövbe Haşa!) , Kuran, Allah’ın sözü müdür, onu Hz. Muhammed SAV uydurmuş olamaz mı? Vs… Bunun gibi şüphelerdi…

 

Yıllar içinde pekçok kitap okudum, birçok dini radyolardan sohbetler dinledim, internetten yazılar okudum, Youtube’dan sohbetler izledim.

 

Bu sorularımın hepsine tatmin eden cevaplar buldum.

 

Evet şimdi bunları kısaca anlatmak istiyorum. Çünkü eminim benim gibi kafasında bu tür şüpheler olan gençler çoktur.

 

Öncelikle bu şüpheleri aklımıza getiren şeytandır, bunu bilin. Şeytanın amacı bu tür vesveselerle insanları ibadetten uzaklaştırmaktır. 

 

 


 

İmanın kapsamından ve çeşitlerinden yukarıda bahsetmiştik. İmanın altı esasından birincisi Allah’ın varlığına ve birliğine kalpten inanmaktır.

 

Fakat çoğumuzun imanı, ana babadan, çevreden görerek, okuldaki hatırladıklarımızla taklid-i bir iman olduğu için araştırmadan inanıyoruz.

 

Allah’ın varlığını ispat et diye sorulduğunda cevap veremiyoruz.

 

Bize Rabbimizi tarif eden üç büyük Tanıtıcı var. Birincisi Kainat Kitabı, ikincisi Kur’an-ı Kerim ve üçüncüsü Efendimiz Hz. Muhammed SAV.

 

Yukarıda belirtildiği gibi diğer ikisine vesvese ile şüphe geldiği için, sadece Kainat Kitabından birkaç örnekten bahsedeceğim:

 

Allah insanlara akıl denen cihazı kendisini bulmamız için vermiştir. Şimdi, Kainatın içindekileri düşünelim. Trilyonlarca gezegen, birbirine çarpmadan milyonlarca yıldır çok hassas hesaplarla dönerek ilerliyor.

 

Allah, dünyayı gece gündüz oluşturmak için, saatte 1670 km hızla kendi etrafında basket topu gibi döndürüyor. Aynı zamanda mevsimleri oluşturmak için, dünyayı güneşin etrafında saatte 75 bin km hızla döndürüyor. Çok ince hesaplarla…

 


Belgesellerden izliyoruz. Zehirli bir uçan böcek milyonlarca yıldır bal yapıyor. Elsiz bir böcek ipek yapıyor. Tavuğun tornası yok, tezgahı yok, okula gitmedi, milyonlarca yıldır protein deposu aynı yumurtayı çıkarıyor.

 

Bizim ağzımızın tadını bilen birisi olmalı ki, salataya, çorbaya sıksınlar diye limonu yaratmış. İhtiyacımız olan vitaminleri bilen birisi olmalı ki, portakalı yaratmış.

 

Ayrıca, bizi de çok seviyor olmalı. Yarattığı portakalın rengi gözümüzün, kokusu burnumuzun hoşuna gidiyor. Bizi seviyor ki, portakalı da elma gibi yaratmamış, dilim dilim ambalajlamış ki, kabuğunu soyunca üstümüzü batırmayalım…

 

İnsan, kendi yaratılışındaki ve kainattaki mükemmel tasarımı düşününce, herşeyin bir hikmetle yaratıldığını keşfeder.

 

Mesela bir telefon veya kitap bile kendi kendine olamaz ise, nasıl oluyor da bu harika düzen, muhteşem varlıklar tesadüfen kendi kendine olur.

 

Mesela hiç düşündük mü? Herşeyin katı halinin kütlesi ağırdır. Neden suyun katı halinin yani buzun kütlesi hafiftir.

 

Eğer buz ağır olsaydı dibe çökerdi. Bütün okyanus buz tutardı. Bir kışta bütün balıklar ölürdü. Allah buzu yukarı kaldırıyor ki, aşağıda yaşam devam etsin.

 

Biz herşeyi başımızdaki gözümüzle göremeyiz. Mesela telefondaki sesi kulak gözümüzle, yemeğin tuzunu dil gözümüzle, çiçeğin kokusunu burun gözümüzle görürüz.

 

Allah’ın varlığını ise akıl ve kalp gözü ile anlıyoruz. Başağrısını, elektriği, havadaki ses dalgalarını, mikropları vs. gözle göremediğimiz gibi…

 

Allah tüm dünyayı insan için yarattı. Yeryüzü sanki bir sofradır. Odunlar , (meyve ağaçları) tabaklarında (dallarıyla), üzüm, elma, kiraz, şeftali, karpuz, muz uzatıyorlar.

 

Bir ağaç çamurlu su içer, bal gibi muz, kavun vs. verir. Mesela bir inek ot yer, su içer, vitaminli süt veriyor...

 

Ayrıca eti, sütü, derisi, faydalı ; dışkısı gübre oluyor, köylerde tezek olup sobada yanıyor.

 

Peki insan ne için yaratıldı? İnsanın eti yenmez, sütü yok, derisi işe yaramaz, saçından çorap örülmez, kereste olmaz.

 

Mesela vücudumuz. Sindirim sisteminden boşaltım sistemine, kan dolaşım sistemine, sinir sisteminden kas sistemine…  

 


İncelediğimizde bunun gibi çok ince hesaplarla kurulan karmaşık sistemler onu yapan üstün bir aklı gösterir.

 

İşte, O yaratıcıya Allah diyoruz.

 

Diyorlar ki, kendi kendine oldu. Mesela ben, bu cep telefonu kendi kendine oluştu, desem inanır mısınız?

 

Şimdi diyelim ki, yapan mühendis insanlar bu cep telefonuna düşünme kabiliyeti ekledi.

 

Yani gerçekten akıllı bir telefon oldu farzedelim…  Telefon düşünür der ki;

 

Beni yaratanın tuşları olmalı, beni yaratanın şarj kablosu olmalı, mikrofonu, hoparlörü, tuş kilidi olmalı, der.

 

Biz insanlar da bize düşünme kabiliyeti veren zata karşı edepsizce sözler söylüyoruz.

 

Küçücük aklımızla diyoruz ki, Allah’ı kim yarattı.

 

Allah bizim böyle düşünmemizi istemiyor. Diyor ki: “La ilahe illallah” Yani Allah’tan başka ilah yoktur.

 

Çünkü, Allah’ın cemalini ancak cennette göreceğiz inşallah, cennete layık olursak…  

 

Biz zaten Allah’ın içindeyiz. Balık okyanusu görebilir mi?

 

 


 

Akıllı telefonların ekranını kareli bir kağıda benzetebiliriz. Yani, X ve Y paralellerinde çizgilerden oluşuyor. Parmağın dokunduğu nokta X ve Y iletkenlerindeki voltajı değiştiriyor.

 

Öncelikle parmak, X ve Y, hangi noktada dokunmuş, o koordinatları belirleyen bir sistem var. Sistem o bilgiyi işletim sisteminin beynine bildirir ve ilgili koordinatlardaki programı çalıştırır.  

 

Akıllı telefonların ekranından daha hassas olan bir şey var ki, oda insan derisidir.  

 

Gözünüzü kapatınca, vücudunuzun hangi noktasına bir sinek konsa hissedersiniz. Bu noktanın koordinatlarını hangi sistem tespit ediyor, beynimize nasıl ulaşıyor ve işlem yapılıyor.

 

Annem karanlıkta bir yerine sinek konsa, tek hamlede sineği yakalayabiliyor.

 

Bu akıllı telefonun ekranı bir tasarım harikası da, insan derisi tesadüf, öyle mi?

 

İnsan derisi acıyı, soğuğu, sıcağı, sertliği, yumusaklığı vs. hissediyor.

 

Yaralansa, yıltılsa kendini yeniliyor.

Siz hiç kırık bir ekranın kendi kendine tamir olduğunu gördünüz mü?

 


Rabbimiz Kur’an’da buyuruyor ki:

 

“Ayetlerimizi inkâr edenleri yarın cehenneme sokacağız. Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar. Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).”  (NİSÂ suresi – 56. ayet) 

 

İşte mucize bir ayet. Tıp bilgisi; İnsan derisi yandıkça acıyı duymaz oluyor.

 

Evet meşhur sözü bilirsiniz. “Kendni bilen Rabbini bilir.” Deriyi inceleyelim…

 

Evet inceleme sonunda düşünürsek, insanın derisinin de çok hassas ölçülerle yapıldığını keşfederiz ve kusursuz bir tasarımcının eseri olduğunu anlayabiliriz.

 

Dilimiz ise daha da hassas bir deridir. Öyle bir et parçası ki, tad alıyor. Hele burun koku alıyor.

 

Böyle mucizeleri görmeyip, dokunmatik ekrana hayran olmak, denizi seyrederek bir havuza hayranlığa benzer.

 

Allah’ın bize doğuştan verdiği bütün bu nimetlere şükür etmek için, bir ömür secde etsek bile, yine de şükür borcumuzu ödemiş sayılmayız..

 

Ki, onlar gibi daha nice nimetlere sahibiz. Allah’ım! aciz ve fakir Celal kuluna, gören göz, konuşan dil, duyan kulak, seven ve şükreden kalp verdin. Elhamdülillah bugünüme…

 

 


 

Dinlediğim sohbetlerin sonunda kurulan cümle, anlatılanların haklılığını ispat ediyor. Diyor ki:  

 

Verilen bu Kuran ayetlerinde geçen hakikatlerin, 1400 sene önce bilinememesi ve ancak günümüz teknolojisiyle anlaşılması, Kuran’ın Allah kelamı olduğunu göstermez mi? .

 

 

*** Mesela;

 

*1- Öldükten sonra yeniden dirilişle ilgili 1400 sene önce yaşayanların ne demek istenmiş olabileceğini tam olarak anlayamadıkları ve ancak günümüzde anlaşılan bir ayet:

 

"Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kadiriz." (Kıyame suresi, 4. ayet)

 

Günümüzde anlaşılmıştır ki, gelmiş geçmiş milyarlarca insanın parmak izi farklı olup, parmak izi yani parmak ucu adeta bir kimlik kartıdır.

 

*2- Kâinatın daima genişlediği gerçeği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur’an şu ayetiyle işaret etmektedir:

 

“Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz.” (Zariyat suresi, 47. ayet)

 

*3- XX. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur’an şu ayetle işaret ediyor:

 

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” (Enbiya suresi, 33. ayet)

 

*4- Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa Kur’an güneşin sabit değil aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyle ki:

 

“Güneşte kendisi için tespit edilen bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdiridir.” (Yasin suresi, 38. ayet)

 

*5- Kur’an-ı Kerim'de evrenin yaratılışı şöyle açıklanır.

 

O gökleri ve yeri yoktan var edendir. (En’am suresi, 101. ayet)

 

Bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan, tüm evrenin zaman ve mekân boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı (BigBang) gerçeğini, 1400 sene evvel haber vermiştir.

 

*6- 3000 yıl çürümeyen firavun cesedi

 

(İsrailoğullarını denizi yararak geçirdik, Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları [yarılan denizde] takip etti. Firavun denizde boğulurken, “İsrailoğullarının inandığından başka ilah olmadığına iman ettim, ben de Müslüman oldum” dedi.

 

Ona “Şimdi mi inandın, daha önce isyan eden bir bozguncu idin” dendi. [Denizde boğulan Firavuna Allahü teâlâ buyurdu ki:] Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için, bugün senin [denizdeki] cesedini [çürütmeden] çıkarıp [sahile] atacağız. Buna rağmen insanların çoğu âyetlerimizden gafildir.)  [Yunus suresi,  90-92. ayetler]

 

Üç bin seneden fazla bir zaman önce ölen bu Firavun’un cesedi, mumyalanmış olarak değil, ibret-i âlem için mumyasız olarak çürümeden korunmuştur.

 

1881 yılında Mısır’da secde eder pozisyonda bulunmuştur ve Londra’daki British Museum’da teşhir edilmektedir. 

 

***

 

Bunlar gibi yüzlerce mucize ayet vardır.  İnternetten araştırabilirsiniz.

 

Bu gerçek bize, Kuran-ı Kerim’in, ancak gökleri ve yeri yaratan, herşeye hükmeden bir ZAT-ı ZülCelal’in sözü olduğunu ispat eder.

 


Kuran’ın Allah’ın sözü olduğunu kabul ettiğimizde, Hz Muhammed’in SAV peygamberliğini ve Allah’ın emriyle Kuran’ı Efendimize SAV indiren Cebrail’in AS ve dolayısıyla da meleklerin varlığını otomatik tasdiklemiş oluruz. 

 

Şimdi düşünelim; Oğlunuz, babanız veya sevdiğiniz birine bile sigarayı bıraktırmak için belki yıllarca uğraşır, dil döker, kızıp bağırır ama yine de bıraktıramazsınız.  

 

Zaten tek başına bir insanın, 23 yıl gibi çok kısa sürede, kız çocuklarını diri diri gömen, içki, kumar, fuhuş bataklığındaki kaba, cahil insanları, huşuyla ibadet eden ve karıncayı incitmez hale getirmesi,

 

Ve o toplumdan bir devlet kurması, Allah’ın desteğini almadan mümkün mü? Bu konuda biraz düşünürsek Hz. Muhammed’in SAV Allah’ın peygamberi olduğunu mantıken anlayabiliriz.  

 

Ve artık Allah’ın varlığına ve Kuran’a inanan bir kişi, Allah’ın bildirdiği yasak ve emirlerini uygularsa inşallah Allah’ın sevgisini kazanma yoluna girer.

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder