3 Ocak 2016 Pazar

19. BÖLÜM - 19/41


 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

19. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

19. BÖLÜM - 19/41.

19-a) Hayatımın Dönüm Noktası İkinci Mektup.

19-b) Sigara haramdır

19-c) Kuran Mealini hem okudum hem uyguladım..

19-d) Bana hitap ediyor

19-e) Peygamberimiz yetimdi

19-f) Duvardaki tablo.

19-g) Napacan Kur’an okuyup da...

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:



İnsan, ancak dönüp ardına baktığında zamanın nasıl hızla geçtiğini anlıyor. Ve insan daha dünyaya niçin geldiğini, hayatın gayesini anlayamadan bir bakmışsın ömür bitiyor.

 

***

 

İnsan, ezelde ruhlar aleminde Rabbine seni seviyorum, sana aşığım, demişti. Cenab-ı Allah, mademki öyle, o halde aşkını ispatla, diye bizi bu dünyaya sabır ve şükür imtihanına gönderdi. Giriş yazısında anlatmıştık.

 

Şu bir gerçek ki; söz ile ifade edilen sevgiden, hâl ile ortaya koyulan sevgi, saygı elbet çok daha derin ve gerçektir.

 

Ama biz insanlar, nefsin arzu ve isteklerinin peşinde koşmaktan geldiğimiz yeri, verdiğimiz sözü, gideceğimiz yeri, aslında Allah’ı unuturuz.

 

Ama Rabbimiz öylesine merhametlli ki… Kusurlarımıza bakmadan, unutkanlığımızı, gafletimizi, cehaletimizi hoşgörür, yine de merhamet eder.

 

Bu merhamet neticesinde, kendisini hatırlatmak için, yani Kıblemizi Zat’ına çevirmemiz için şahsımıza özel peygamberler gönderir.

 

Bu elçiler aklını kullananlar için Dön Rabbine diyen uyarıcılardır.

 

Önceki peygamberlerin adı Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz İsa AS, vs. idi. Bize özel gelen elçilerin adı ise, acı, keder, ızdırap, bela, hastalıktır…  

 

“Gönüle gamdan kederden bir peygamber gelince, ötelerden Cebrail de gönüle iner. Düşünce, Meryem gibi yüzlerce İsa’ya gebe kalır.”

 

(Hz. Mevlana: Divan-ı Kebir, cilt 3,1159)

 

Allah kusurlarıma bakmadan, merhametinden hastalık peygamberini bana özel gönderdi. Gafletten uyandırdı, bu hastalık sayesinde doğruyu buldum.

 



Engelli olmak bana Alah’ın hediyesidir.

 

 

***

 

 


 

Yaşım otuz olmuştu.

 

Hayatımın en önemli dönüm noktası 2003 yılında aldığım bir E-mail’dir.

 

Biliyorsunuz E-mail ingilizce bir kelimedir ve elektronik mektup demektir.

 

Stresli çalışma ortamında çalışırken bir e-mail aldım. Mailde bir hikaye vardı. Hikayede anlatılan şeyleri düşünmemiz isteniyordu ve konuyla ilgili çarpıcı sorular soruluyordu.

 

Öncelikle hikaye şöyleydi;

 

Çok fakir ve aciz bir genç kız/erkek, dünyanın en zengin, en cömert, en merhametli ve en güzel kız/oğlan’ına aşık oluyor ve bir şekilde huzuruna çıkıyor ve O’nu çok sevdiğini söylüyor.

 

O zengin ve merhametli kişi, Peki madem beni sevdiğini iddia ediyorsun, öyleyse seni bir takım zorlu şeylerle imtihan edeceğim. Bakalım sabredebilecek misin? , diyor.

 

Adamlarım seni şimdi narkozla derince uyutup dev bir gemiye bindirecekler. Eğer sınavı geçebilirsen, yani beni sevdiğini ispat edersen, geminin varacağı limanda bana kavuşacaksın.

 

Böylece dünyanın en güzel ve zengin kişisinin sevgisini kazanmış olacaksın ve hayal edemediğin mutluluğa kavuşacaksın, tamam mı, diyor.

 

Aylar sonra narkozun etkisi yavaş yavaş geçiyor ama çevresindekiler ona gemiye neden bindirildiğini unutturuyor. Kimi eğlenceyle, kimisi oyunla, kimisi para kazanmakla meşguller…

 

O da bunlara dalıp gidiyor, yani bu seferde gaflet uykusuna geçiyor.

 

Sonra, birgün güvertede gökyüzünü seyrederken, neden bu gemiye getirildiğini hatırlıyor.

 

Aslında kendisini meşgul eden para, oyun ve eğlenceler hep bu imtihanın unsurlarıymış.

 

Gemide O’nun bir elçisi olduğunu da hatırlıyor. Bunları O açıklıyor. O seni heryerden duyar, heryerde mikrofonu var, durumunu arzet, af dile, mutlaka affeder, diyor. Ve genç af diliyor.

 

Elçiye, O sevgili benden neler istiyor, ne yaparsam bu imtihanı kazanırım, diye soruyor.

 

O da, sevgilinin yazdığı kitabı oku, uygula, orada açıkladı, diyor ve bir de benim yaptıklarımı yaparak bana benzemeye çalış. Çünkü ben onun en sevdiği insanım.

 

Mesela, Sabah erken kalk, dişlerini fırçala, dört dakika spor yap; insanlarla tebessümle selamlaş, geminin alt katındaki fakirlere ikram et.

 







Mailde, Şimdi bu hikayenin üzerinde biraz düşünelim, yazıyordu. 

 

Mesela, bunun gibi sizi narkozla bir hafta uyutuyorlar. Bir hafta sonra uyandığınızda kendinizi okyanusun ortasında gitmekte olan bir gemide buldunuz.

 

Uyandığınızda ilk ne yaparsınız; Ben bu gemiye nasıl ve neden bindirildim, beni kim getirdi, gemi nereye gidiyor, bu geminin sahibi, kaptanı kim, diye sorgularsınız değil mi?

 

Acıkmak duygusunu içimize yerleştiren Allah, merak etmek duygusunu da yerleştirmiş ki, “Nereden geldim, nereye gideceğim, cennet nedir, cehennem nedir, Peygamber kimdir, …

 

‘Allah kadirdir' ne demektir, acaba Enfal Sûresi neden bahseder, öldükten sonra dirilmek nasıl olur?”; insanın vazifesi, İslamiyet'i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır.

 

İşte merak da insana bunun için verilmiştir; kendisine lazım olanı arayıp bulsun diye.

 

Mail, insan, aynen hikayedeki gemiye bindirilen genç gibi, Allah’ı sevdiğini ispat etmesi için dünyaya sabır imtihanına gönderildi, diye devam ediyordu.

 


Bizler de, gaflet uykusundan uyandığımızda, yani dünyamızın, uzay denen okyanusta yüzen bir gemi olduğunun şuuruna vardığımız o an, hepimiz mantıken şöyle sorgulamayız:

 

Biz dünyaya nereden geldik, Yaşamın gayesi nedir, Ölüm nedir, öldükten sonra başımıza neler gelecek, Ölen insanlar nereye gidiyor? , vs. …

 

Mailde, bu gibi soruların cevaplarını Kuran-ı Kerim'de bulabilirsiniz, diyordu.  

 

Ve Dünya hayatının değersizliği... Kalpten yapılan bir tövbe ile günahsız yaşama başlanacağı... vs. gibi konularla ilgili ayetleri de, Kuran-ı Kerim'de bulabileceğimizi belirtiyordu.

 

Ve e-mail yani mektup, insan bu soruların cevabını bulamazsa kalpten huzuru, mutluluğu asla yakalayamaz, diye bitiyordu.






Gemi şeklinde Kuran kursu

***

 

Evet, işim, evimiz, arabamız vardı, sevdiklerim sağlıklı ve yanımdaydı ama huzurlu değildim. Çünkü niye yaşadığımızı ve Allah’ın neden beni engelli yaptığını bilmiyordum. 

 

Ramazana bir hafta vardı. Güzdüzleri işyerimde ve gecelerce yatağımda, bu hikaye ışığında dünya ve geçmiş hayatım hakkında uzun uzun düşündüm.

 

Allah nasip etti, Bu soruların cevabını öğrenerek huzur bulmak ve hayatıma yepyeni bir sayfa açmak için, tövbe-istiğfar ettim ve Kuran-ı Kerim’i okumaya karar verdim hamdolsun.

 

Ben karar verdim gibi görünüyor ama hidayeti vermek için düşünmemi ve tövbe etmemi sağlayan ancak Allah’tı.

 

Zaten geçtiğimiz yıl, yine Allah’ın nasip etmesiyle tövbe etmiş, sigara illetinden kurtulmuştum elhamdülillah. Ağustos 2002’de…

 

Akciğerimdeki ziftler, belki bu onüç yılda ancak düzelmiştir inşallah.

 

Yaptığım bir hesaba göre de, on bin dolar civarı parayı yıllarca sigarayla havaya üflemişim.

 

 


 

Evet ben sigaraya verdiğim paraya acıyıp bırakmıştım ama hidayetimden sonra ne isabetli bir karar verip esaretten kurtulduğumu anladım.

 

Şimdilerde hala futbol maçlarını seyretsem de, eski fanatikliğim kalmadı.

 

Fakat o zamanlar dostum ve komşum avukat Ali Kırmızıgül beyle birlikte akülü sandalyemle girişi düz bir halı sahanın kantinine giderdik.

 

Elli kişiyle sigara içerek dumanaltı maçı izlerdim. Ali bey sigara kullanmazdı.  

 


Ben sigarayı bıraktıktan sonra Ali beyle konuştuk ve bir karar verdik, Lig TV’ye üye oldum. (Sanırım o zaman Teleon’du.) Aslında Ali beyle ortaktık parasına…

 

Evde annemin demlediği çay ve kuruyemişleri yiyerek dostlar ve komşularla maçları izlerdik.  

 

Sigarayı bıraktıktan sonra kuruyemiş, çikolatayı abarttım. Zaten sigarayı bırakınca ağzımın tadı gelmişti ve iştahım çok açılmıştı. Kısa sürede epey kilo aldım.

 

Ali beyin de biraz kilosu vardı. Beraber çok sıkı bir diyete başladık. Ali bey şekeri bırakmıştı. Ben de tavsiyesiyle birkaç ay zorlansamda çaya şeker atmayı kestim.

 

Beraber yaptığımız rejim ile hareket etmeden oturduğum yerde sekiz ayda on kilodan fazla verdim. Tabi Ali bey, sabah namazlarından sonra yürüyüş de yaparak istediği kiloya geldi. 

 
Ali Kırmızıgül ve ben



“… Yiyin, için fakat israf etmeyin! Çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.’ ”  (Araf suresi, 31. ayet) 

 

Evet israfı bildiren bu ayeti okuyunca, iyi ki şu illeti bırakmışım, dedim. Sonra düşündüm, evet ben 2002’ye kadar onbin dolar israf ettim ama Lig TV’ye verdiğim de israftır, dedim… 

 

Ve 2007’de onu da kapattırdım. Çünkü Ali bey de artık başka bir semte taşınmıştı. Giderken ağlamıştım, fakat şimdi arada haftasonları uğrar, çay içer, sohbet ederiz.  

 

Şimdilerde, arada açık kanallardan yayınlanan zevkli maçlara bakıyorum. 

 

Allah bizi dünya imtihanına bu beden ile gönderdi. İmtihanımız bitince bedenimizi geldiği yere yani toprağa iade ediyorlar. Yani vücut bizim değil, sahibi değiliz, bize emanettir. 

 

Siz komşunuzdan kısa süreliğine araba emanet aldınız. Arabayı çarpıp zarar vermeden teslim edersiniz.

 

Bunun gibi biz de, akciğerimizi sigarayla kömür gibi yapmadan temiz iade etmeliyiz.

 

“Ey îmân edenler … Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.”  (Nisa suresi 29. ayet) 

 

Cenab-ı Hak intihar etmeyin, diyor. Sigara içmek ise yavaşta olsa kendimizi öldürmektir.

 

Allah’ın tertemiz verdiği beden emanetini, tertemiz teslim etmeliyiz ki, ahirette ceza görmeyelim.

 

Futbolcular maç oynanırken nefislerine mağlup olarak rakibine sert hareket yaparlar ve kart görürler. Bazen de ayağında topu çok tutar ve rakip kızıp sert faul yapar ve oyuncu sakatlanır.

 

Her iki durumda da kulüp yönetimi o futbolcuya ceza verir. Biz insanlarda bize verilen ciğer emanetini kabre sigarayla kömür gibi yapıp teslim ediyoruz. Ceza verilmez mi?

 

Bakın Allah yine bir ayette şöyle buyuruyor: 

 

“(Mallarınızı) Allâh yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu Allâh iyilik edenleri sever.” (Bakara suresi, 195. ayet) 

 

Radyoda bu ayeti tefsir eden bir alim demişti ki: Bu ayette Allah bizi uyarıyor. Sigara, alkol, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar bizi yavaş yavaş ölüme götürür.

 

Yani, kendi kendimizi tehlikeye atmış oluruz. Akciğer kanserinden ölenleri, uyuşturucudan komaya girenleri, alkol alarak kaza yapıp ölenleri hergün  haberlerde izliyoruz. 

 

SİGARA DA, ALKOL ve DOMUZ ETİ GİBİ HARAMDIR.

 




Bâzı alimler sigara içmek, özellikle tiryakisi olmak haramdır, demişlerdir.

 

Bunların dayanağı ise, sigaranın vücuda zarar vermesi, israf olması ve nafaka mükellefiyetinde darlığa yol açması gibi sebeplerdir. 

 

 


 

Konuya dönersek, Ramazan da bir ay orucu sadece ve sadece Allah benden razı olsun diye tuttum... Aslında oruç tutmakta zorlanıyorum.

 

Çünkü şimdilerde sıcakta oruç tutunca hiç can kalmıyor. Patates çuvalı gibi oluyorum.

 

Ama 2003 yılında ramazan kış günlerindeydi. Oruç çok zor gelmemişti.

 

Elhamdülillah Allah bana İslamın kapılarını açtı. Çünkü Allah, kendisine adım atana yürüyerek gelirmiş. Yürüyene koşarak gelirmiş. Evet Efendimiz SAV öyle diyor.

 

Aslında, Allah herkese hidayet vermek istiyor. Sadece kendisini (c.c) hatırlamamızı, sevmemizi ve önemlisi O’na samimi olmamızı istiyor.

 

Yeter ki biz O’nun kapısına gelip tokmağa dokunalım.

 

Kuran-ı Kerim'i yedi ayda bitirdim. Evet Türkçe mealini.. Akşamları işten gelince 10-15 ayet okuyordum ama defalarca okuyup, konu üzerinde düşüncelere dalıyordum.

 

Ve hayatımda tatbik etmeye başladım.

 

Mesela, “Mü’min erkekler ve kadınlar gözlerini haramdan korurlar” (Nur suresi 30. 31. ayetler)

 

Bu ayeti okuyunca sokakta veya televizyonda olsun, çıplaklık içeren hiç bir şeye bakmama, yönümü çevirme, televizyonda kanal çevirme kararı aldım.

 

O zamanlar aksiyon filmleri izlemeyi seviyordum. Genelde bütün filmlerde bir müstehcen sahne oluyordu. Mesela birileriyle birlikte aynı filme bakarken kanalı değiştirmiyordum.

 

Ama gözlerimi kapatıyordum. Ve o sahneye bakmadığım için filmin konusunda kaçırdığım bir nokta olmuyordu. Şimdilerde 2003 öncesi hayatım için “Cahiliye dönemim” diyorum.

 



Şimdi bilgisayardan arapça Kur’an okumayı da öğrendim. Ama o zamanlar manasını çok merak ediyordum acaba Allah Kur’an’da ne anlatmış diye…

 

Belki, siz de benim gibi merak ediyorsunuz, ama nefis ve şeytan türlü bahaneler fısıldıyor, bir türlü bu vesveseleri aşıp Kuran Meali kitabını açmadınız.

 

İnşallah benim dönüm noktam “Türkçe Kuran Meali” ni düşünerek ve uygulayarak okumanıza vesile olur.

 

Her büyük marketin kitap reyonunda Kuran Meali vardır.

 

 


 

Ben, Kuran’ın Türkçe mealini günlük yarım saat okumayla düşüne düşüne altı yedi ayda bitirdim.

 

Sadece okumadım, uyguladım da… Sonuçta Rabbim samimiyetimi gördü, hidayet nasip etti.

 

Yani otuz yaşında gerçek müslüman oldum. Allah’ın, kabeden kutsaldır dediği, gönlümü ele geçirmiş olan şeytana darbe yaptım ve kalbimin iktidarını ele geçirdim Allah’ın izniyle... 

 

Bir nasihatten istifade etme, o sözleri üzerimize almamıza, bunlar bana söyleniyor, bunlardan dersimi alıp istifade etmem lâzım diye dinlemeye bağlıdır.

 

Yoksa bu sözler, söz mucizesi Kur'an âyetleri bile olsa istifademiz söz konusu değildir.

 

Dinleyen hüsnüzan ile dinlemedikten sonra, konuşan ne konuşursa konuşsun, hiçbir değeri, etkisi, faydası, kadr-u kıymeti olmaz.

 

Onun için başta dediğimiz gibi, bu kitabı okurken bütün önyargılarımızı bir kenara bırakmışızdır inşallah.  

 


Çünkü hüsnüzan ile dinleyenler, herkesten yeni birşeyler öğrenebilir. 

 

 


 

Önce Kur’an’ı okudum. Ama merakım bitmemişti.

 

Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in hayatını çok merak ediyordum.

 

Efkan hocam’dan bir çok değişik kaynaktan kitaplar alarak okudum. Televizyonlarda Peygamberimiz SAV hakkındaki sohbet programlarını kaçırmıyordum.




 

Okudukça sevgim arttı. Beni ilk yetimliği vurdu. Allah’ın en sevdiği kulu O’ydu. (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ama en çok çileyi de O (Sallallahu aleyhi ve sellem) çekmiş.

 

O zaman kendi kendime demiştim ki:

 

“Evet ya, bu dünya asıl yaşam değil. Burası geçici imtihan dünyası. Asıl yaşam burada olsaydı eğer, herkes sağlıklı olurdu. Mutlu olurdu. Ölüm ve yaşlılık olmazdı.

 

Bu hastalıkta kusurum ve tedbirsizliğim yoktu, benim bu hastalığım imtihan için verildi. Sabretmeliyim ve şükretmeliyim.”

 

“Kervan yolda düzülür.” Diye atasözümüz var, bilirsiniz. Yani önce niyetlenip yola çıkmak gerek. Ben de iman yoluna çıktım ve hergün yeni şeyler öğreniyorum.

 

Radyodaki bir sohbetten dinlemiştim. Rahmetli bir alim, Kabe’de rastladığı yeni müslüman olan Amerikalı kültürlü birine, nasıl müslüman olduğunu sorduğunu, anlattı.

 
 

Hz. Muhammed’in SAV hayatını baştan sona inceledim. Her durumdaki davranışlarına baktım.

 

Mesela, Taif’e islamı tebliğe gidip taşlanıp yaralandıktan sonraki tutumunu,

Medine’de devlet başkanı olduktan sonraki davranışlarını,

 

Çok zengin olduktan sonraki tavırlarını,

Verdiği sözleri tutuşunu, dostlarına vefasını,

 

Engin şefkat, merhamet, hoşgörü, tevazu ve samimiyetini,

Mekke’nin fethinden sonra, amcasının katili de dahil, herkesi affedişini,

 

Ve vefatı anında Refik-i Ala’ya (En Yüce Dost) gidiyorum deyip dünyaya veda edişini,

 

Velhasıl tüm hayatını inceledim.

 

Acaba ben de Refik-i Ala’ya gidemez miyim, diyerek sonuçta müslüman oldum, demişti.

 

 


 

2003-2004 gibi babam arabayla beni işten getirince akşam yemeğini yiyorduk. Babamın yardımıyla günlük tuvalet, traş, diş fırçalama işlerini hallettikten sonra yatağıma oturuyordum.

 

Kuran Meali okumaya başlıyordum. Bir akşam bir misafir Kuran’a abdestsiz dokunamazsın, dedi. Ben de hergün tuvalete gidince babamın yardımıyla abdest alıyordum.

 

Ayağımın altına ve yüzümü yıkarken leğen koyuyordu. Bir hafta sonra babam, Efkan hocama çok zorlandığını söyledi. 

 

Biliyorsunuz Efkan Vural hocam ilahiyatçıdır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenidir. Allah dinimizde o kadar çok kolaylıklar göstermiş ki.

 

Efkan hocam, teyemmümle Kur’an’ı okuyabileceğimi söyledi.

 

Celȃl, sen tekbaşına asla alamazsın, İsa abi de hasta, zorlanıyor ve yaşlanıyor. Teyemmüm senin gibi engelliler için uygundur.

 

Özellikle biz engelliler için o kadar çok kolaylıklar var ki. Yüce Rabbimiz Kur’an’ın ikinci suresi Bakara suresinde buyurmuş ki:

 

“Allah sizin için kolaylık diler, asla zorluk dilemez.”  (Bakara suresi,185)  

 

Şu günlerde bilgisayardan arapça Kur’an okumayı da öğrendim. Ama o zamanlar manasını çok merak ediyordum acaba Allah Kur’an’da ne anlatmış diye.

 

Köylerimizde Kur’an-ı Kerim duvarda tablo gibi asılı durur. Manasını da öğrenmek gerekir.

 


Mehmet Akif Ersoy merhum bunu ne güzel anlatmış:

 

"İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!

Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu âyetlerde?

Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'ân'ın:

Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz ma'nânın:

Ya açar Nazm-ı Celîl'in, bakarız yaprağına;

Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur'ân, bunu hakkıyle bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!"

 

M. Akif Ersoy

 

 


 

Şunu belirtmeliyim. Ne zaman Kur’an’ı elime alsam müthiş bir esneme seansı oluyordu. Esnemekten ağzım yırtılacak.

 

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)  demiş ki: “Esneme şeytandandır.” 

 

Şeytanın hiç bir gücü yoktur. Sadece, tek yaptığı insanların kalbine kötü düşünceler yani vesveseler fısıldamaktır. Buna uymak ise kişinin iradesine bağlıdır.

 

Zaten şeytanın yaratılışının sebebi, insanları imtihan etmek için bir unsur olmasıdır. Şeytan olmasaydı, iyiler anlaşılmazdı.

 

Sürekli şeytana uyan insanın hayvandan aşağı düşme tehlikesi vardır.

 

İnsan, şeytanın ve nefsinin vesveselerini dinlemeyip ibadet ve salih ameller yaparsa, meleklerden üstün olur.

 

Hz. Ebubekir Kuran’ı dinledi, melekleri geçti. Ebu Cehil şeytanı dinledi, hayvandan aşağı düştü.

 

İnsanın iyi ki şeytan var diyesi geliyor. :) Evet bir ilahiyatçı ehli sünnet bir alimden radyoda bunları dinlemiştim.

 

Evet şeytan Kur’an okumamı istemiyordu. Ama ben esnememe rağmen okumaya devam ediyordum. On - onbeş dakika sonra esneme kayboluyordu. Şeytan pes edip gidiyordu.

 

Hem esneme bitiyordu. Hem de daha dinç oluyordum. Ama her akşam bu esneme seansları vardı. Annem buna şahittir. Önceleri “Oğlum bugün işte çok mu yoruldun. Uykun mu var.” derdi.

 

Şeytan çok aptal mahluk. Bana demek istiyor ki: “Napacan Kur’an okuyup da... Yat uyu.” Yer mi anadolu çocuğu? :)

 

Biliyorsunuz ben önceden psikolojik problemler yaşamıştım. Anladım ki bunlar şeytanın fısıltılarıymış.

 

Şimdi bu vesveseleri hizmetçim gibi kullanıyorum. Nasıl mı?

 

Ben futbol maçı izlemeyi seviyorum. Namaz kılarken şeytan vesvese veriyor, diyor ki  "Çabuk kıl namazını maç başlıyor." 

 

Ben de namazımı hiç acele etmeden usulüyle huşu ile kılıyorum.

 

Bunun gibi…  Böylece şeytan benim daha dikkatli olmamı sağlıyor bilmeden...

 

Bu vesveselerle şeytanın amacı insanı huzursuz edip ibadetten uzaklaştırmaktır.

 



Vesveseden kurtuluş çaresi, bizim davranış ve duyarlılığımızdadır. Yani önem vermeyeceğiz.

 

Mesela, başımızın üstünde arılar uçuşuyor. Kovmaya çalışırsak veya kaçarsak, daha çok üstümüze gelirler.

 

Ama eğer biz ona önem vermeden işimize devam edersek, bir  süre içinde kaybolurlar.

 

İşte vesveselerden de böyle kurtuluruz. Şimdi anlıyorum ki beni yirmi gün hastanede yatıran, şeytanın vesveselerini dinlememmiş.

 

 

2 yorum:

  1. Esselamun ayleykum ve rahmetullahi ve berakatu. Bu kadarmi guzel anlatilir din, iman, kuran, namaz.. Allah sizden razi olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aleykümselam Ayşe hanım,
      Allah cümlemizden razı olsun.

      Hz. Mevlana, eğer bir kişi güzel güzel anlatıyorsa, bilin ki karşısında da güzel güzel bir dinleyen vardır, der.

      Beğenmenize sevindim, bu sizin güzel bakışınızdandır, çok teşekkür ederim.
      Sevgiler...
      Celal

      Sil