3 Ocak 2016 Pazar

17. BÖLÜM - 17/41



 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

17. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

17. BÖLÜM - 17/41.

17-a) En iyi ilaç : Moral

17-b) Fatma teyze vefat etmiş.

17-c) Unutamadığım aşkım yine aklıma geldi

17-d) Gülpembe’sine kavuştu.

17-e) “Senin bir işin var”.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

  


 

Hiç unutamam bir gün hastane odasında yatağımda oturuyordum. Pencereden sokakta koşuşturan insanları seyrediyordum. Kapı çalındı.

 

İşyerinden laboratuvardaki bütün arkadaşlar ziyaretime gelmişlerdi. Nasıl mutlu oldum anlatamam.

 

Bütün iş arkadaşlarımdan Allah razı olsun. Moralim yerine geldi.
 
 
Özellikle  Süha Can arkadaşım benimle işyerinde de çok ilgilenirdi. Bazen öğle tatillerinde kıkır kıkır gülerek koluma girerek yemekhaneye inerdik. Çünkü yaptığı esprilerle beni güldürürdü.

 




Süha benim gerçek dostlarımdan biridir. Bazı akrabalarım bile beni aramazdı.


 

Süha, Almanya’da çalışan babası Ali Can amcaya (Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan kısa süre sonra emekliliğin keyfini yaşayamadan 2014’te Adana’da vefat etti. Allah rahmet etsin, mekanını cennet eylesin.) özel tertibatlı bir tekerlekli sandalye getirtmiş.

Dostum İbrahim Süha Can babası rahmetli Ali Can'la


 
2001’de Karel’den ayrılıp Adana’da ailesinin yanına gitti. Şimdi orada çalışıyor. Şirketten ayrılırken çok ağlamıştım. O da çok ağladı.


 

Babasının getirdiği o tekerlekli sandalyeyi arabayla Adana’dan Ankara’ya bize getirmişti. O gece bizde kaldı. Yine esprileriyle çok güldürdü.

 

Allah ona sevdikleriyle beraber sağlıklı uzun ömür versin. Günahkarız ama Allah’ın affı ve lütfuyla inşallah cennete girersek sonsuza kadar dost oluruz...

 
Mayıs 1999 Sincan - Karel - ARGE Dijital lab



Hastanede birden arkadaşları görünce çok sevindim. Özlemişim onları. Bana, Celȃl çabuk gel, çizilecek kartlar seni bekliyor, dediler.

 

Hastaya bu tür moraller ilaçlardan daha etkili oluyor.

 

 


 

Hastanede, moralim yerine gelince jetonlu telefondan Alper’i aradım. Babası öldükten sonra Gönül’ün ne yaptığını merak ediyordum. Alper’e Gönül’ü sordum.

 

Babası öldükten sonra abisinin yaşadığı Bursa’dan ev alıp oraya taşındılar, dedi. Celȃl geçen hafta Gönül burdaydı, diye de ekledi. 

 

Fatma teyze ölmüş, annesiyle onun cenazesine gelmişler.

 

Evinde televizyonunu tamir etmiştim. Gönül’le beraber çay içmiştik.

 

Ah be Fatma teyze, keşke ölmeseydin, …

 

İçimdeki son umut kırıntıları da bitti. Zira hastaneden çıktıktan sonra Fatma teyzeyi bize yemeğe çağırıp sohbet etmeyi düşünüyordum. 

 

Gönül’ü ikna et, hayat çok kısa, Celȃl’in işi var, evi var, vs. Senin için herşeyi yapabilecek insanı kaçırma. Nolmuş engelli olmuşsa… Kalbi sakat olmasın! , diye konuş diyecektim…

 

Allah rahmet etsin… Nur içinde yatsın.

 

İnşallah şimdi o Mehmet’iyle buluşmuştur.   

 

 


 

Ramazan bayramına üç gün kala ilaçlara evde devam ederiz, diyerek izinle hastaneden çıktık.

 

Eve gelince odama geçtim, yatağıma oturdum ve televizyonu açtım.

Eski bir türk aşk filmi vardı.

 

Ahmet Özhan ve Sibel Turnagöl’ün başrolünde oynadığı Hafız Yusuf Efendi isimli filmdi.

 

Konakta büyüyen genç kız babasına rica eder, Ahmet Özhan sık sık konağa gelerek musiki dersleri vermeye başlar. Zamanla Hafız Yusuf Efendi ve Handan birbirine aşık olur.

 

Ama imkansız aşktır. Koskoca Osmanlı Paşasının kızıyla, basit bir müzisyenin aşkı.

 

Paşa bu aşkı duyar, şiddetle karşı çıkar ve görüşmelerini yasaklar. Kız üzüntüden verem olur… Neyse neticeyi yazmayayım, çünkü hala arada yayınlanıyor.   

 


Evet, Unutamadığım aşkım yine aklıma geldi.

Filmin müziğinin de etkisiyle hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.

 

İlaçların hem hastalığımı ilerlettiğini hissediyordum. Hem de uyuşturduğu için yine babamla münakaşa ederek bıraktım. Hastaneyede dönmem, demiştim.

 

Babam tekrar depresyona girmemden korkuyordu.

 

Bayramdan sonra yine Gazi Üniversitesindeki başka bir doktordan randevu aldı.

 

 


 

Hiç unutmuyorum. 1 şubat 1999… Doktora gideceğimiz gün sabah televizyonu açtık.

 

Sabah haberlerindeki dinlediğim haberle gözyaşına boğuldum. Çalan müzik Gülpembe şarkısıydı. Çünkü Barış Manço’nun öldüğünü haber veriyordu.

 

İlk defa bir sanatçı için ağladım. Küçükken tek kanallı televizyonda yediden yetmişyediye programıyla büyümüştük. Dünyayı onunla biz de gezdik.

 

Gülpembe şarkısının sözleri Barış Manço’ya aitmiş. Haberlerde Barış Manço’nun eski bir röportajından bir bölüm yayınladılar. Sunucu soruyordu:

 

“Efendim Gülpembe şarkısını kimin için yaptınız?” Barış Manço’yu bilirsiniz. Biraz hızlı konuşur. “Haa Gülpembe benim babannem.” demişti.

 

Ben de kendi babannemi hatırladım. Barış Manço tam bir İstanbul beyefendisiydi.

 

Hem Barış Manço’yu, hem babannemi, hem de Gülpembe şarkısının sözlerini düşününce gözlerim yaşlarla doldu.

 


Rahmetli Barış Manço, söylediği  “İnsanların ilk öğrenmesi dil, tatlı dildir.” sözünü yaşamında ve şarkılarında herzaman uygulamış ve hepimize hala örnek olmaktadır.

 

 

Sen gülünce güller açar gülpembe

Bülbüller seni söyler biz dinlerdik gülpembe

Sen gelince bahar gelir gülpembe

Dereler seni çağlar sevinirdik gülpembe

 

Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin sen inanamadık gülpembe

Bizim iller sessiz bizim iller sensiz olamadı gülpembe

Dudağımda son bir türkü gülpembe

Hala hep seni söyler seni çağırır gülpembe

 

Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin inanamadık gülpembe

Bizim iller sessiz bizim iller sensiz olamadı gülpembe

Gözlerimde son bir bulut gülpembe

Hala hep seni arar seni bekler gülpembe

 

Dudağımda son bir türkü gülpembe

Hala hep seni söyler seni çağırır gülpembe

 

Barış Manço’da göçtü gitti bu dünyadan... Bazen şarkılarını dinlerken sözlere dikkat ediyorum. Ne ibretlik sözler... Ne büyük sanatçı... Ne büyük bir kayıp ülkemiz için. 

 

Öldüğüm zaman babannem, dedem, amcam, İsa dedemle karşılaşmayı çok istiyorum. Tabi ki bir de Barış Manço’yla sohbet etmeyi çok isterim. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.

 

Namazlarımda yıllardır rahmetli Barış Manço ve Neşet Ertaş’a dualar ediyorum… 

 

 


 

Gazi Üniversitesindeki randevumuza geldik. Babam doktor hanıma olanları anlatıyordu. O sırada benim dikkatimi açık bilgisayar çekmişti. 1999’da ülkemizde internet çok yeniydi.

 

Ben doktor hanıma “Siz şu an internettesiniz değil mi?” dedim. Evet, dedi. “Lütfen söyler misiniz, bu nörolojik hastalığımla ilgili hangi siteden bilgi alırım?” dedim.

 

Doktor hanım çok şaşırdı. “Sen ne iş yapıyorsun?” dedi. Ben “Özel bir şirketin argesinde elektronik devre kartları tasarımı yapıyordum ama artık çalışmayacağım” dedim.

 

Babam doktora beni anlattı. Doktor bana bir konuşma yaptı:

 

“Celȃl bey, sen bu hastaneye gelirken hiç dikkat ettin mi? Sokaklar ordan oraya koşuşturan işsiz aylak insanlarla dolu. Senin bi işin var. Bilgisayar ve İngilizce biliyorsun. Çalışıp vergini veriyorsun. Lütfen git ve yarın işine başla!” dedi.

 

Bütün telefon numaralarını yazdı ve “Sorunun olursa beni mutlaka ara.” diye ekledi.

 

İlaç olarak ta başta Hacettepedeki doçentin nöroloji uzmanıyla beraber verdiği o ilacı yazdı. “Çok isabetli ilaç. Ömür boyu kullansın” dedi.

 

Ve hala o ilacı kullanıyorum. Ve o günden emekli olana kadar aralıksız çalıştım.

 

Aslında benim hastalıktan olanların çalışması çok güçtür. Çünkü, uykuyu alamama ve sürekli bir yorgunluk halimiz vardır.

 

Mesela, emekliliğime birkaç yıl kalmıştı. Ama hastalığım öyle ilerlemişti ki.

 

Yukarıda anlattığım SSK hastanesindeki doktorun dediği durum buydu herhalde... Yani yatalak duruma gelebilir dediği o halimdi herhalde.

 

Peki ben hastalığım ilerleyince nasıl dayandım. Ben 2001’den beri her sabah ısırgan otundan yapılma bir karışım yiyordum. Şeker hastası olunca şimdi bıraktık.

 

Babam her ay aktardan malzemeleri alarak kendisi hazırlıyordu. Bu hastalığımla ilgili bir nöroloji doktoru tavsiye etmişti. Sanırım o sebeple hastalık yavaş ilerledi...

 

Yani aslında Allah’ın  bu hastalıkla çalışabilmem için nasip ettiği bir sebepti bu macun…

 

Friedreich Ataksisi hastalarına tavsiyemdir. Bu bana hergün enerji verdi. Yapımı şöyle:

 

- ısırgan tohumu (öğüttürülmüş )

- çörek otu (öğüttürülmüş )

- ve süzme halis bal...

 

Macun kıvamında karıştırılıp haftalık yetecek şekilde hazırlanır.

 

Babam her gece beni sabah namazına uyandırınca, aç karnına bir çay kaşığı yedirip su içirir.

 


Ama 2011’deki şeker komasından çıkıp iyileşince, bıraktık.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder