3 Ocak 2016 Pazar

13. BÖLÜM - 13/41



 
 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

13. Bölüm, Giriş kısmına aittir ve Giriş kısmı 13 bölümden oluşmaktadır. (1-13)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

13. BÖLÜM - 13/41.

13-a) Cankuş Fm..

13-b) Arabesk günler

13-c) Şeytanın vesveselerine hiç aldırmadım..

13-d) Aslında mutluluk ve huzur neydi

13-e) Gönül’den paket aldım..

13-f) Hayatımın dönüm noktası ilk mektup.

13-g) İstanbul’a gidip Gönül’le konuştum..

13-h) Dengesiz yürümem sorundu biliyordum..

13-i) Sevgimiz devam edecek sandım..

13-j) Kafası rahat şekilde okumak istiyormuş.

13-k) İçki içtiğime hala tövbe ederim..

13-l) Gençler günahtan nasıl kurtulur?.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:




 

Ben meslek lisesini bitirdiğimden elektronik bilgim iyiydi. Yurtta bir Fm verici yapmıştım. O zamanlar yeni yeni özel radyolar revaçtaydı. Yurtta her odada radyo dinliyorlardı.

 

Bizim Fm yayını akşamları bir kaç saatti. Yurtta herkes bizi dinlemiş.

 

Erkan arkadaşımızın hem diksiyonu güzeldi. Hem de çok güzel espriler yapardı. Konuşması Manisalı olduğundan ege şivesi idi. Radyomuzun spikeri Erkan’dı.

 

Yurtta elektrik kullanamazdık. Odalarda prizler yoktu.

 

Fm vericiyi ve müzikleri çaldığımız walkmen teybi pille çalıştırırdık. Erkan anonsu yapardı.

 

Ardından mikrofonu walkmanin hoparlörüne dayardı. Biz de ses çıkarmadan otururduk.

 

Fm radyomuzla ilgili anılarımız çoktur. Komik bir anım hatırıma geldi:

 

Ben Ankara’da liseye giderken akşamları radyo dinlerdim. Beğendiğim bir şarkı çalarken hemen kayıt düğmesine basar, kayıt ederdim.

 

Bu kasetleri Konya’ya da getirmiştim. Akşam Fm radyomuzda yayın yaparken C-bloktan yani kız yurdundan bekçiye telefon gelmiş. Bekçi bizi tanıyordu.

 

Odamıza geldi, dedi ki: “Kız yurdundan aradılar, Ebru Gündeş’ten bir şarkı istiyorlar.” dedi.

 

Hemen aklıma kaydettiğim kasetler geldi. Kasedi pil harcamamak için kalemle sardırıp ayarladık. Erkan anonsu yaptı. Şarkı çalmaya başladı.

 


Tam yarısına gelmişti ki “Süpeeer Fm” cingılı çaldı. Erkan mikrofonu kaptı hemen; 

 

“Burası Cankuş Fm, sakın ha! radyonuzun frekansıyla oynamayın” dedi.

 


Odamızdaki arkadaşlarla epey gülmüştük. Belki radyoyu dinleyenler de gülmüştür. :)

 

Erkan bugün ulusal bir radyoda sunuculuk yapsa, çok reyting alacağından şüphem yok. Zira ses tonu da mikrofonik.

 

 


 

Dört samimi dosttuk. Yurtta hep beraberdik. Fakat okulda ayrıydık. Ahmet ve Erkan başka fakültelerdeydi. Metin’le ben aynı okulda ve aynı sınıftaydık.

 

Doğal olarak sürekli beraberdik. Sürekli sohbet eder, dertleşirdik. Metin küçükken babasını kaybetmişti. Maddi durumları zayıftı.

 

Bazen yemekhanede, ben aç değilim diyerek sadece çorba alırdı. Bilirdim ki parası bitmişti.

 

Kendime aldığım yemekten onada alırdım. “Dostum eğer sen yemezsen ben de yemem” derdim. Sıvı yemekleri taşırken döktüğüm için, pilav, köfte, kızartma gibi yemekler alırdım.

 

Yemekten sonra kantine inerdik. Fakat ben çayı taşırken döker ve elimi yakardım. Sanırım Metin, Erkan, Ahmet bunun farkındaydı. Çayımı onlar getirir ve yurtta boş bir odaya geçerdik.

 

Arabesk aşk şarkılarıyla sevdiğimiz kızları anlatarak çay sohbeti yapardık. Ahmet arkadaşımız çok güzel saz çalar, söylerdi.

 

Ahmet’in saz çalışını izleyerek Erkan ve ben saz çalmayı kavramıştık. Erkan sonradan çok geliştirdi. Fakat ben sazı elime alınca, bu hastalıktandır sanırım, sağ ve sol elim senkron değildi.

 

Yani sol elle bastığım notaya aynı sanisede sağ elle tele vuramıyordum. Dolayısıyla beni dinlemesi işkenceydi.

 



Bazen yurtta haftasonu böyle sabahlardık ve dışarı çıkar, güneşin doğuşunu izlerdik.

 

 


 

Bir defasında ben Metin’i Ankara’yı gezdirmek için bize götürdüm. Bir sabah kahvaltısında babam Metin’e sordu. Oğlum, sen ayda ne kadar harcıyorsun, dedi.

 

Metin, 150 bin yetiyor İsa amca, dedi.

 

Babam bana döndü; Gördün mü, sen hala ayda 450 bin yetmiyor, diyorsun. Tamam baba, ben sana sonra anlatayım bunu, dedim.

 

Gece Metin’i salona yatırdıktan sonra babam odama geldi, konuyu sordu, nasıl, diye…

 

Baba, Metin’in babası yok, ailenin maddi durumu zayıf. Biz yurtta dört samimi dostuz. Ahmet, Erkan ve ben Metin’i okul bitene kadar desteklemeye karar verdik.

 

Özellikle ben, Metin’le hem okulda, hem yurtta beraber olduğum için ben ne yersem ona da alıyorum, baba. Hani sen de iyilik yapmayı seversin ya, dedim.

 

Alnımdan öptü, seninle gurur duyuyorum Celȃl’im, dedi.

 

Ama o zamanlar içimden gelen sesleri hiç dinlemedim. Mesela şunu çok yaşadım;

 

Yemekhanede Metin’le yemek kuyruğundayız. Metin parası az olduğu için sadece çorba almıştı.

 

Ben ise tepsiyi dökerek taşıyacağımdan korktuğum için pahalı da olsa, köfte almıştım. Biliyordum, Metin onunla doymazdı.

 

İçimden bir ses, boşver, ona alma, paran azalır, çorba ona yeter, diyordu.

 

Ben ise dinlemiyor ve Metin’e şu teklifi yapıyordum. Sen iki tabak çorba al, bende iki tabak köfte alayım, paylaşalım ortak.

 

Böylece ben çorba içerdim, Metin’e köfte ısmarlamış olurdum, o da bana çorba… Bunu çok yaptık.

 




Allah’ın bana iman vermesini gençliğimde yaptığım içten gelerek samimi iyiliklerime bağlıyorum. Bir hadisi şerif okuyunca bunu düşündüm.

 

O hadisi yeri gelince paylaşacağım.

 

 


 

Bir Cuma günü param bitti. Babam maaşını haftaya alacaktı. Metin’in de parası bitmişti. O Cuma ikimiz öğleden sonra açlıktan derse girmedik.

 

Yurda gidip yatalım, akşam Erkan’dan yemek parası alırız, dedik.

 

Yurda geldiğimizde bir arkadaş bana, Seni anons ettiler, danışmaya çağırdılar, galiba bir posta gelmiş, dediler.

 

Heyecanlandım, acaba Gönül mü gönderdi, diye merak ederek danışmaya gittim. Sana posta havalesi ile para gelmiş, PTT’ye uğra al, dediler.

 

Çok sevindim, ilaç gibi gelecekti. Postanenin kapanmasına daha vardı. Metin’le kampüsten şehre indik.

 

Bir gurbetçi akrabamız İsviçre’den 50 Frank göndermişti. Nasıl sevindim, anlatamam. Metin’le ilk iş lokantaya gidip etliekmek yemiştik.

 

Sonra telefonda durumu anneme anlattım.

 

Sonradan O iyiliksever gurbetçi akrabamız da duymuş, çok mutlu olmuş. Ben okuyan öğrenciyi çok severim, demiş. Üniversitede okuyan birçok akraba genci desteklemişti.

 

Ben şimdi bunu babamın yaptığı iyilikleri bağlıyorum. Ben ortaokulda okurken babamın şunu yaptığını hatırlıyorum mesela.

 

Üniversitede okuyan bir akraba genç, babasından bir şifreli çanta istiyor ama babası, durumum yok alamam, diyor.

 

Babam bu olayı bir şekilde duymuş ve o şifreli çantayı aldı ve o zamanlar kargo olmadığı için otobüsle göndermişti.

 

O gurbetçi akrabamız daha sonra bana birkaç kez daha para göndermişti. Aslında mutluluk ve huzur nedir biliyor musunuz? Çaresiz bir insana çare olmaktır.

 

O akrabamız 1999’da öldü ama unutulmadı. Ben on yıldır namazlarımda ona dua ederim. Allah ondan razı olsun.

 

 


 

Konya’da Gönül’le mektuplaşırdık. Birgün okuldan yurda geldim. Odadaki arkadaşlar, seni anons ettiler, danışmaya uğrayacakmışsın, dediler. Danışmaya gittim.

 

Görevli, sana bir paket geldi, biz açtık, baktık mecburen, buyur dediler.

 

Paket Gönül’den geliyordu. Neler yoktuki içinde; Gönül’le İstanbul’da çektirdiğimiz resim, anahtarlık, kalem ve  iki adet kaset. Kayahan ve Zerrin Özer’in son albümleri...

 

Özellikle Zerrin Özer’in o kasetteki Sevildiği bil ve Yangınım şarkılarını yedi yıl sonra hastaneye yattığımda çok dinlemiş ve ağlamıştım.

 

Nedeni şarkının sözlerinin bana hitap ettiğini sanmamdı. Sırası gelince bahsedeceğim. Bir de paketten bir kazak ve mektup çıktı. Bol olmasına rağmen bütün kış o kazağı giymiştim.

 


Konya'da o öğrenci yurdunda kalırken Gönül’le mektuplaşırdık. Bilseniz ne güzeldir mektup yazmak, sonra cevap beklemek.

 

 


 

Bahar geldiğinde yani mart 1992’de birgün ondan bir mektup aldım. Bu, hayatımın dönüm noktası olan üç mektubun ilkiydi.

 

Benden ayrılmak istediğini, kafası rahat bir şekilde okumak istediğini ve beni unutmayacağını belirtmişti. Bu mektubu okuya okuya ezberlemiştim.

 

Adeta cümle ve kelimeleri tahlil ediyor ve kendimce bir anlam çıkartmaya çalışıyordum.

 

Ahmet, Erkan ve Metin bana teselli veriyorlardı. Ama içimde kopan fırtınaları bilmiyorlardı. Günlerce telefonlarıma çıkmadı.

 

Ben büyük üzüntüyle sigara içmeye ve uykusuz gecelere başladım.

 

Sanıyordum ki yürümemdeki (o zamanlar öyle sanıyordum) küçük dengesizlik benden ayrılmasına nedendi.

 

O haftasonu yurtta boş bir odaya çıktık. Arabesk kasetlerini ortaya dizdik. Sabaha kadar arabesk şarkıları dinleyip sigara içtik.

 

O zamanlar Allah’a neden ben böyle yürüyorum diye hiç isyan etmedim. Fakat keşke Erkan, Metin, Ahmet gibi düzgün yürüyebilsem diye hayaller kurardım arabesk şarkıları dinlerken.  

 

Daldığım hülya şöyleydi; Bir defasında Ahmet, bir arkadaşının nişanında saz ile özgün müzik söylemişti. Ben de Gönül’ü ilk gördüğüm sitemizin bahçesindeki o anı düşünmüştüm.

 

Saz elimde sahneye yürüsem, Ahmet gibi tek ayağımı tabureye koyup saz çalsam, türküyü söylerken bana hayran hayran  baksa keşke, diye hayallere dalardım…  

 

 


 

Otururken sigara içtiğimde ayağa kalkınca dengemi hemen kuramazdım. Önce birkaç adım sağa sola yalpalayıp yürümeye başlardım. Zaten yürürken hiç içemezdim.

 

Yürürken sigara içince sarhoşlar gibi yalpalayarak yürürdüm çünkü. Tıpkı karanlıkta veya gözümü kapadığımda yürüdüğüm gibi… Yavaşta olsa sigara bu hastalığı ilerletiyormuş.

 

Ferdi Tayfur’un şu şarkısını sigara içerek defalarca kez ağlayarak dinledim. Nerdesin şimdi nerde, / Bak düştüm ben ne hallere / Denedim unutmayı, / Söz geçmiyor gönlüme.

 

Ve ben tekrar İstanbul’a gidip neden ayrıldığını yüzyüze konuşmaya karar verdim. Dostlarımın üçü de beni onayladı. Git Celȃl, burda düşünmekten için içini yedi, git konuş, dediler.

 

Gönül’ü arayınca, defalarca gelme dese de, son kez seni göreyim, konuşalım diye ısrarlarıma dayanamadı. Tamam, aynı saatte aynı yere gel, dedi. İkimizde kalp kıramayız çünkü.

 

Ertesi sabah buluştuğumuzda üzerinde eşofman vardı. Daha sohbete başlamadan, Celȃl yarım saat sonra antrenmanım var, beraber gidelim mi, okulun Hentbol takımındayım, dedi.

 

Tamam Gönül gidelim ama bayanların içinde ben ayıp olmaz mı, dedim. Yok Celȃl, normal liseyle aynı salonda antrenman yapıyoruz, erkeklerde var, dedi.

 


Ben kapalı salonun tribün kısmına oturdum, seyretmeye başladım. Bir basket potasının altında kız takımı, öbür basket potasının altında erkek takımı çalışıyordu.

 

Gönül koşarken sanki ipin üzerinde gibi dümdüz koşuyordu. Adımları senkronlu, uyumluydu.

 

Üzüntüyle beraber sigara içmem hastalığımı ilerletmişti. Onun müthiş dengesini ve sahadaki sportmen oğlanları gördükçe kendimi ona layık görmüyordum.

 

Derken antrenmana mola verildi. Gönül bana doğru gelirken, erkek takımından yakışıklı bir oğlan bir dakika bakar mısınız, dedi. Siz hangi okuldasınız, tanışalım mı diye birkaç dakika muhabbet ettiler.

 

Yakınımda olduklarından konuşmalarını duyabiliyordum. O çocuk hem sağlıklı, sporcu hem de yakışıklıydı. Kıskanmadım, sadece o an onun gibi olmayı istedim.

 

Gerçi kendimi yakışıklı bulmasam da, Gönül’ün takım arkadaşı kız, erkek arkadaşın çok yakışıklı, demiş. Gönül’e o oğlanla ilgili birşey sormadım.

 

Zira sevgide en önemli şey güvendi. Ben ondan başkasını görmüyorsam, o da bakmazdı, artık onu iyi tanıyordum ve güveniyordum.

 

 


 

Derken antrenman bitti. Beraber yürüyerek bir parka geldik. Banka oturduk ve konuşmaya başladık. Gönül, benden ayrılmak istemenin nedenini anlayamadım. Çok düşündüm.

 

Mektubunu okuya okuya ezberledim. Tamam okumak istiyorsun ama ayrılmak neden, İstersen yılda birkez görüşelim ama beni bırakma.

 

Sen benim yaşama sevincimsin. Sensiz hayat bana azap inan , dedim.

 

Kafasını yere eğdi ve gözlerini kaçırarak konuştu. Celȃl üzülmeni asla istemiyorum. Ama böyle olmayacak, hem zaten seneye yine tayin olacağız.

 

Sana yemin ediyorum başka biri yok Celȃl, kafam rahat değil, okul ve dershane epey yoruyor, dedi.

 

Peki Gönül öyle olsun ama ben seni gerçekten sevdim, dedim ve bir sigara yaktım. Sigara içerken ağlamaklı olmuştum.

 

Dengesiz yürümem sorundu biliyordum ama bu konuda bişey demiyordu.

 

Kırılmamdan korkuyordu sanırım. Halime baktı, gözleri doldu. Celȃl beni seviyor musun, dedi. Evet, hem de çok, dedim.

 

O zaman sigarayı bırak, hemen at, dedi. Ben içmeye devam ettim. Tamam madem atmıyorsun, ben gidiyorum, dedi ve gitti.

 

Arkasından koşacaktım ama sigara başımı döndürmüştü.

 

Yalpalayarak yürümekten korktum. İlerde tam köşeyi dönerken bir an arkaya dönüp bana baktı. O an kendime geldim, sen buraya niye geldin, dedim.

 

Zaten sokağı dönmüştü, Ayağa kalkınca o birkaç saniyelik yalpalamamı görmezdi.

 

Hemen girdiği sokağa gittim, otuz metre ilerde yavaş adımlarla yürüyordu. Peşinden koştum, Gönül dur, dedim.

 

Cebimden sigara paketini çıkardım. Buruşturup fırlattım. Tamam bıraktım, içmeyeceğim, dedim.

 

Sen sigarayı bıraktın ama ben seni bırakmayacağım, dedi.

 

 


 

Hava biraz serindi. Az ilerideki pastahaneye oturduk. Gözleri dolu dolu konuştu. Celȃl, sen çok iyi birisin, oralarda beni düşünme, derslerine ağırlık ver, ben ikimiz içinde bol bol düşünürüm, dedi.

 

Seni çok seviyorum Gönül, dedim. Ben de seni derken dalmıştı. Sonra, Canım orda sıkı giyin, üşütme. Biraz yemeği çok ye, kilo al, dedi. Peki anne, dedim. Gülümsedi.

 

Böyle biraz muhabbet ettikten sonra ayrıldık. Otogara gelince tekrar sigara aldım. O zamanlar şehirlerarası otobüslerde sigara serbestti.

 

Şimdi düşünüyorum da çok kişinin hakkına girmiştim.

 

Sabaha kadar bir paketi bitirmiştim ve sigara içmeyen epey yaşlı ve çocuk vardı. Tabi aşkın gözü kördür misali çevremle hiç ilgilenmiyordum.

 

Dünyayı toz pembe görüyor ve sürekli onu düşünüyordum.

 

Konyaya gelince dostlarım, Celȃl ağzın kulaklarına varıyor, barıştınız herhalde, dediler.

 

Yine birkaç cumartesi yurttaki boş odada dördümüz sabahladık.

 

Kasetleri ve sigara paketlerini ortaya koyuyor, yere battaniye seriyor, dördümüz bağdaş kurup oturuyorduk. Sabaha kadar çayla sigara paketlerini bitiriyorduk.

 


Arabesk şarkılarla anıları düşünüyor, onu özlüyor ve yine hayallere dalıyordum.

 

Nedenini bilemediğim bu dengesizliğim her sene biraz daha artıyordu sanki. Derdimi kimseye söyleyemiyor, hep içime atıyordum.

 

Zaten memlekette akrabalar suçu hep bana atıyorlardı. Dik yürüsene bi, adımını biraz sağlam atsana, ne o leylek gibi uçacan sanki. Dembeste gibi yürüme, … 

 

Sanki irademle mi böyle yürümeyi istiyordum?

 

Evet Gönül’de bunun farkındaydı. Benden onun için ayrılmayı istemişti. Başka bir sebep bulamıyordum. Aslında çok nazik ve şefkatli olduğu için bunu söyleyemiyordu.

 

İlerde bana daha neler olacak diye hiç merak etmiyordum. Yani kendimi olayların akışına bırakmıştım. Sadece, Gönül yanımda olsa, gözlerine baksam diye hayallerle avunuyordum.  

 

Beni yaşatan onun varlığıydı. Bazen düşünüyorum, o olmasa dünya bana çok sıkıcı gelirdi. İnsanı yaşatan aşktır.

 

 


 

Bir ay daha mektuplaştık. Okulun kapanmasına yakın son mektubunu gönderdi. Üniversite sınavının çok kötü geçtiğini söyledi. Seneye tekrar dershaneye gidip çok çalışacağım dedi.

 

Kafam rahat şekilde okumak istiyorum sadece… Ve birkaç bahane daha sayıp, ayrılalım, dedi. Yazarken ağladığı belliydi. Kağıtta damla izleri vardı çünkü.

 

Seni ömrüm boyunca hiç unutmayacağım. Lütfen beni arama, Elveda Mutluluklar diyerek mektubu bitirmişti.

 

Uykusuz gecelere yine başladım. Evet düşündüğüm gibi olmalıydı. Dengesiz yürümem sorundu. Teselliyi sigarada arıyordum. Final sınavlarına bir hafta vardı.

 

Arkadaşın biri bu gece yukarıdaki boş odada kafayı çekeceğiz, yurda gizlice içki soktuk, siz de gelin, dedi. Ahmet, Erkan, Metin ve ben gece birkaç bira içtik.

 

Sonra bizi davet eden arkadaş, benim tadım kaçtı, gidiyorum dedi ve gitti. Onun getirdiği içkilerin çoğunu ben içtim. Gönül’ün yazdığı mektupları okuyup ağlıyordum.

 

Hayatımda ilkkez içki içiyordum. Ayrılığın acısıyla üzüntüyle teselliyi içki ve sigarada arıyordum. Sarhoş olunca çakmakla ağlayarak bütün mektupları yaktım.

 

 


 

Sabaha karşı uykumuz geldi. Odamıza gidip yatalım, dedik. Fakat ben ayakta duramadım. Zaten içmeden sarhoş gibiydim. Şimdi ise sarhoştum gerçekten.

 

Dostlarımın kollarında odaya gelip, yatağa uzandım. On dakika sonra heryer dönmeye başladı. Yatağın kenarına eğilip istifra ettim.

 

Odadaki herkes uyuyordu ve sadece yeni yattığımız için Ahmet uyanıktı. Yada ben herkesi uyuyor sanmıştım, kimbilir belki de beni kınıyorlardı.

 

Ahmet hemen yanıma geldi. Dostum iyimisin, dedi. Temizlikçilerin kullandığı paspaslı su kovasını getirdi. Yerleri paslasla temizledi.

 

İçki koktuğu için odanın kapısını ve penceresini açarak odayı havalandırdı.

 

Ahmet, dostum sabaha kadar Gönül diye sayıkladın, dedi.  Evet o, hayatımda işlediğim büyük bir günahtı. Aslında tek iyi yönü Ahmet’in gerçekten dostum olduğunu anlamamdı.

 

Şimdi telefonla konuşuyoruz, hepimizde tövbe etmiş namaza başlamışız, ben de yıllardır namazlarımda o ve başka günahlarıma hala tekrar tövbe ederim, bazen ağlarım.

 

Konya’da son sınıf bunalımla geçti. Bütün arabesk şarkılarını ezberledim, ki arabeskle üniversitede tanışmıştım. Okulda derslerde hep onu düşünüyordum.

 

Öğrenim hayatım boyunca ilk defa bütünlemeye kalmıştım. Konya’da da ortaokul ve lise gibi dersi derste dinleyerek öğreniyordum.

 

Ama son sınıfta derste Metin’le sohbet ediyor, hep Gönül’ü düşünüyordum. Neyseki bütünleme sınavlarında kaldığım üç dersten geçtim.

 

 


 

Biliyorsunuz dünyada şu an imtihandayız. Allah bizi, hangi insanın daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için şu iki meyilde yaratmıştır. Yani bu özellikler bize doğuştan verilmiştir:

 

Birincisi, İnsan nefsi, hemen ve hazır olan on gram lezzeti, ileride verilecek bir ton lezzete tercih eder.

 

İkincisi, Şu an hazır bir tokat korkusundan ise, ilerideki bir sene azaptan daha fazla çekinir.

 

Mesela bir anne, çikolata isteyen çocuğuna, onu alma akşam evde ben sana yaşpasta yapacam der, ama çocuk illa o çikolatayı ister, çünkü hazırdır.

 

Evet insan nefsi doğuştan bu özellikte yaratılmıştır.

 

Mesela, polisten korktuğu için kanunsuz iş yapmayan birisi, ilerde cehennemde yanarım diye endişe etmez ve günaha devam eder. İnsan nefsinin özelliği bu…

 

Gençler, nefsin ve şeytanın hile ve oyunlarına kanıyorlar, günah işliyorlar. Hatta bazen dindar gençler bile günahtan kurtulamıyorlar. Peki insanlar nasıl günah işliyor?:

 

O günah anında, nefsimizin bu özelliklerinden dolayı hisler, heves ve vehim biranda galeyana gelip coşuyor. Akıl ve kalp anlık susup mağlub oluyor, böylece günahı işliyoruz. 

 

Mesela, açık giyinmiş bir kız gördük, o an akıl diyor ki; o helalin değil, bakma. Kalbin, cennet var, huriler var, diyor; ama hisler galeyana gelip akıl ve kalbi anlık susturuyor ve harama bakmakla günah işliyoruz.

 

Günah işlememenin çaresi nefsimizi terbiye etmektir. Hakkıyla tutulan oruç ve huşuyla kılınan beş vakit namaz nefsin terbiye ilaçlarıdır.

 

Bir de günahlı ortamlardan uzak durmalıyız. Biliyorsunuz Rabbimiz Kuran’da, “Zinaya yaklaşmayın” (İsra suresi, 32. ayet) diyor.

 

Neden zina yapmayın demiyor da, yaklaşmayın diyor. 

 

Çünkü, Allah yarattığı kulunu bilmez mi hiç, bizi biliyor. O an duygular, hisler kabaracak, galeyane gelip, akıl ve kalbi susturacağını biliyor.

 

Rabbimiz, nefsin bu his tuzağına kanıp günah işlemeyelim, diye zinaya yaklaşmayın, diye bizi tedbirli olalım diye merhametinden uyarıyor. 

 

Peki anlık mağlup olduk, günah işledik. Ne yapacağız? Hemen tövbe-istiğfar edeceğiz ki, Rabbimizin Afüvv, Gaffar, Gafur, Tevvab, Settar isimlerine mazhar olalım.

 

Fakat bu sefer şeytan devreye girip en büyük hilesini yapar.

 

Şeytanın en büyük aldatmacası, insana kusurunu Allah’a itiraf ettirmemektir, ta ki tövbe etme yolunu kapatsın.

 

Nefis, hemen şeytanın avukatlığını yapar ve der ki; ne günahı kardeşim herkes yapıyor, hangi çağdasın, değiştir bu kafayı, madem günah o niye yapıyor, bırak ya ne tövbesi …… vs. 

 

Ama onu dinlemeyip de, Rabbimize el açsak ve; Affet Rabbim, gitme dedin gittim, yapma dedin yaptım, içme dedin içtim, bakma dedin baktım, Affet beni desek, affa müstehak oluruz. 

 

Yani tövbe etmekle günahtan kurtuluruz. Çünkü Efendimiz SAV “Günahından hakkıyla tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” der.

 

 

Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:

 

( 68. Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur;

 

69. Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır.

 

70. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allahı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.

 

71. Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. ) [Furkan suresi, 68-71. ayetler]

 

 

Tekrar etmek istiyorum. Günah işlememenin çaresi nefsimizi terbiye etmektir.

 

Hakkıyla tutulan oruç ve huşuyla kılınan beş vakit namaz nefsin terbiye ilaçlarıdır.

 

Evet bir de günahlı ortamlardan uzak durmalıyız.

 


 

Bunlar benim görüşlerim değildir. Ben naçizane bir ilim taşıyıcısıyım.

 

Bu bilgiler çok değerli alimlerin kitap ve sohbetlerinden özetlediklerimdir…

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder